18 Ocak 2019 Cuma

Fındık Sekiz - Metin Kaçan

Sanatçıları zaman-mekanla etkileşimden vareste ve dolayısıyla değişimden azade, belirli bir fikrin yılmaz temsilcileri olarak değerlendirmeye fazlasıyla meyilliyizdir. "Apansız sevişmelerin hüzünlü şairi" gömleği Basri Özakıncı'nın üzerinde bir kez şık durdu mu artık yandım Allah çıkartılamaz. Velev ki gömlek dar gelmeye veya değiştirilmemekten kokmaya başlasın (metaforu daha da tiksinçleştirmenin alemi yok, anlayan anladı sanırım) fark etmez, okur onu öyle bellemiştir artık. Vereceği farklı eserler eski personasıyla uyumu üzerinden değerlendirilecek ve ya bu yüzden yadırganacak ya da yanlış anlaşılacaktır. Örneğin İhsan Oktay Anar'dan poetik bir eser gelse, kahin olmaya gerek yok ki ilk taşı en sadık havarisi atacaktır. Elbette bazı sanatçılar da bu etiketleri bizzat kendileri değiştirmek istemezler, bu persona üzerinden "ekmek yemek" kolaylarına gelir. Bu etiketler onlar için gömlekten çok Erol Evgin peruğu gibidir, Aşil topuğunu koruyan zırhtır, başka bir tarz mümkün değildir, çünkü peruk düşecek, kel görünecektir. Madem örnekler silsilesini hüzünden açtık, bence Hasan Ali Toptaş "hüzünbaz"lığı da buna güzel bir örnek teşkil eder.

Image result for fındık sekizOysa insan çok hızlı değişen bir varlıktır. Nietzsche'nin de dediği gibi, birçok insanın bir dinin mensubu olarak doğup aynı dinin mensubu olarak ölmesi tamamen insan yaşamının kısalığıyla alakalı bir husustur: İnsan ömrünün birkaç katına çıkma ihtimali olsaydı muhtemelen insanlar birkaç defa din ve ideoloji değiştirecekti. 

Sanatçıların ömrü diğer insanlara göre anlamlı ölçüde daha uzun değilse de (hatta muhtemelen daha kısadır), fikir dünyasının bizzat içinde yaşadıkları için değişim döngülerinin de daha hızlı olmasında şaşırtıcı bir taraf olmasa gerek. Binaenaleyh ülke olarak yakın tarihimiz Peyami Safa'sından İsmet Özel'ine varıncaya kadar radikal saf biçimde saf değiştiren yazarlarla dolu. Elbette bu kör parmağım gözüne değişimlerin takibini yapmak çok çok kolay, çünkü bunlar hem iradi ve hem de izahatı verilen değişimler. 

Fakat dönüşümler mutlaka - hatta çoğu zaman - bu şekilde gerçekleşmiyor. Marksizmin kuvvetli tahlili: İnsanın önce maddi durumu değişiyor, bu değişim zihin bulandırıyor ve geçiş gayriiradi gerçekleşiyor. Belki de şöyle söylemek lazım: Denize düşen yılana sarılıyor ama bunu kabul etmek istemeyen zihin "Sarıldığım şey yılan olamaz" diye düşünerek yeni maddi durumuyla çarpık bir ilişki içerisine giriyor.

Metin Kaçan'ın malum vaka sonrası yaşadığı dönüşüm ve bu dönüşümün romanı Fındık Sekiz bunun en güzel örneklerinden biri olsa gerek. Ağır Roman'ın mahalleli, bıçkın, devrimciliğe göz kırpan Metin Kaçan'ının yedi yıl sonra "bitirim tasavvufçuluk" yapmasının başka nasıl bir açıklaması olabilir ki? "Sol" şeritte biraz fazla basıp kaza yapınca arabayı "Ne olursan ol gel" diyen tasavvuf hurdalığına çekmekten daha doğal ne olabilir? Fındık Sekiz tam bu arada kalmışlığın romanı: Bohem eğlence dünyasının iç gıcıklayan taze anıları ile oradan aforoz edilmişliğin hıncıyla dolu "Asıl ben istifa ediyorum" haykırışları. Bölük pörçük bir anlatı. Mecnun'un "Ben Mecnun'um" demesinde cisimleşen oksimoron.

Evet, araba kazalı ama bir zamanlar ne de güzel olduğu halen görülebiliyor. İçerik berbat, ama kazasız yerlerde cümleler yine pırıl pırıl parlıyor. Bu yazık olmuş güzelliği görmek için hurdalığa gitmeye değer mi peki? Ona da meraklısı karar versin.

Puan: 5.5/10