27 Aralık 2018 Perşembe

Kamçılanma Mesafesi - Zeynep Uzunbay

Sanatta tavır çok zor iş. Hem olmazsa olmazı sanatın, hem de değillemesi. Politik içeriği olmayan bir sanat yapıtı salt bir oyundan ibarettir, politik içerikse sanatı içeriden yiyen bir kurt. Bu nedenle kolayı var: "anti"yi yazmak. Kurulu düzenin bir ironisine yönelmek ya da karşı tarafın temsilcisi bir figürün açmazlarını göstermek. Konu kendi icraatlarına gelecek kadar uzamasın diye "Eeeyy Cehape" hatırlatması yapmaya benzer bir kaçış bu. Muhakkak ki fonksiyonel, fakat işte "anti"likle malul. 

Image result for Kamçılanma Mesafesi - Zeynep UzunbayBuna meyletmemek büyük Don Kişotluk. Defalarca kaybetmeyi göze alacak bir delilik istiyor. Kadın sorununa, emek mücadelesine, Kürt sorununa/savaşa ya da başka bir sosyo-politik varoluşa dair öykü yazmak sihirbazın kaderine razı olmaktan farksız çünkü: Uçamazsın rezil olursun, uçarsın "ip var" derler. Daha açığı, bu durumlarda iki ihtimal söz konusu: Ya bu "sosyo"ları "politik" kılan bulgu ve varsayımların çizdiği dairede kalmak gerekir (ki o zaman sanatsal boyut yalnızca tekniğe indirgenmiş olur ve bu "sanatsal boyut" dahi olaydaki ve karakter(ler)deki basmakalıplığın verdiği acı tadı gölgeleyemez); ya da bu dairenin dışına taşılır, başka başka bulgular, başka eylemler, başka kavramlar önerilir, fakat bu kez de "kendin içindeyken kafanın dışardalığı"nın bedeli göze alınır. Eğer dairenin sınırlarını değiştirecek kadar "büyük" bir işe soyunulmuyorsa, kafanın dışarıya şöyle bir bakıp daireye geri girmesini bilmesi gerekir. Bu da olay ve karakter yaratımında çok büyük maharet, çok ince işçilik ister.

Bu nedenle gönül politik içeriği ne kadar olmazsa olmaz görse de okunacak yeni eser arayışı başladığında bir önceki paragraftaki açmazlardan kurtulmak için okur olarak da kolaya kaçıp oyuncaklı ya da ironik eserlere yönelmek kaçınılmazlaşabiliyor.

Kamçılanma Mesafesi'ni ilk duyduğumda tabiri caizse "çok de şeyapmadım." EMEP'in resmi edebi yayınevlerinden Manos'un etiketi beni yukarıda bahsi geçen "daire"nin gereğinden fazla bile dar olabileceği yönünde kuşkuya itti ister istemez. Haksız da değildim: Kitabın kısacak arka kapak yazısı şöyleydi:

"Adım diye demiyorum, bağırsan bağırmaya yakışır fısıldasan fısıldamaya. İsmimi taşıyan cisim, dertliye çare, bunluya neşedir. Gizli derdine derman arayan, “Bir arkadaşım var, adı Ayşe,” diye girer lafa. Bizim muhabbet kuşu bile, her şeyden önce “Ayşe” demeyi öğrendi. Gelip geçtiğim şu dünyada, bir devletimiz sevmedi beni."

"Sanatsal boyut yalnızca tekniğe indirgenmiş olur ve bu 'sanatsal boyut' dahi olaydaki ve karakter(ler)deki basmakalıplığın verdiği acı tadı gölgeleyemez" derken tam da bu paragrafın bende bıraktığı hissi kast ediyordum aslında. Yazarının daha ilk cümleden pırıldayan şairliğini gölgeleyen  son cümle: "Bir tek devletimiz sevmedi beni." Büyük bir devrimci şairi komünist bir belediyenin arıtma tesisi açılışında konuşturuyormuşsun gibi, güzel olmasına güzel, ama zorlama bir güzellik. 

İşin bence trajikomik yanı şu: İlgili alıntının yapıldığı "Sorsalar Ne Zaman" öyküsü, o son cümleyi o kelimeler olmadan da zaten söylüyor. Yani iyi bir editorya, belki de bu "ihtiyaç fazlası" cümlenin çıkarılmasını teklif etmeliyken - işte Manos'un Manosluğu burada devreye giriyor - kitaba çağrılan okur "dairenin içinden" olsun (ve kitabı da hemen alsın) isteniyor olmalı ki cümle arka kapağa dahi çekiliyor. 

Bu ufak pürüze tırnağımızı takmanın lüzumu yok. Çünkü kitap bu kusurdan çok daha fazlasını kaldırabilecek denli "büyük." Türkiye'de kadın olmak hakkında dört başı mamur bir çalışma gibi, üstelik yalnızca doksan küsur sayfa, ve bilimin berbat dili ve yöntemindense, şairane. Tam bir "hap" kitap. Oku ve "kadın"ı tartışmaya neresinden başlarsan başla. 

Her türden kadın kadına ilişki düşünülmüş kitapta, hepsi yerli yerine yerleştirilmiş, ve incelenen sorunlar sadece sosyolojik değil, aynı zamanda (ve fakat sosyolojinin önüne geçmeyecek kadar) psikolojik. En beğendiğim yanı da bu: Kitapta karakterlerin içsel labirentlerinde kaybolan bir 21. yüzyıl bireyciliğinden eser olmadığı gibi, bireyi "opaklaştırıp" gösterilmek istenen toplumsal dinamiklerin içinde rollerini icra eden otomatlara da dönüştürmüyor. Böylece öykülerdeki kadınlar kelimenin tam anlamıyla "kahraman" oluyorlar. Hem çok güçlü ve cesurlar (ya da öyküden güçlenerek/cesaret kazanarak çıkıyorlar) hem de etraflarında dönen dünyanın (başta da etkileşim içinde oldukları diğer kadınların) kaderini değiştirmeyi biliyorlar ve/veya bu değişimi gözlemliyorlar.

Bazı öykülerin kurgusu hafif yorucu, bazısının anlatımı beklenenin biraz altında. Fakat hem içerik, hem de dil öylesine kuvvetli ki bu saydığım kusurları belki de kıskançlığımdan kendim uyduruyorum. Çünkü bu kitabı artık Türkçe edebiyatta okuduğum en iyilerden biri olarak sayacağımdan eminim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder