28 Mayıs 2018 Pazartesi

Barbarları Beklerken - John Maxwell Coetzee

Kapitalist devlet aygıtının işleyişini anlamak için distopyaları uygun bulan biri değilim. Zira (genelleme yapıyorum ama) kapitalist devletin elinde ezilmenin semptomu "künt ağrı"dır, gündelik hayat içerisinde çoğu zaman sebebini bile fark etmediğiniz, eve gittiğinizde şiddetleniveren, gece uyutmayan bir ağrı. Distopyalar ise devletin tırnaklarını sivriltip gözümüze gözümüze batırır, gözlerimizden kanlar fışkırtır, öyle bir dünya gösterir ki acıdan durulmaz. Bu nedenle eserin bugün içinde yaşadığımız hayatla olan bağını keser, distopya öyle bir dünyadır ki her zaman gelecektedir, bugün yalnızca "emareleri" vardır.

Coetzee'nin kitabının gerçekçiliği, devletin çıplak, şedit yüzünü bugünün içinden göstermesi bu açıdan hoşuma gitti. 

Üslup olaraksa ne yazık ki yavan, üstelik atları keten tohumuyla beslemekten tutun da masada duran vazoya kadar yığınla gereksiz detay var. Elbette usta işi tasvirlere ya da akıl yürütmelere rastlanmıyor değil, fakat metni kurtarmaya yettiği de pek söylenemez.

Image result for barbarları beklerken coetzeeTeknik olaraksa sorun daha büyük. Öncelikle "kendini tekrar eden rüya" vs. gibi unsurlardan açıkçası nefret ederim. Çok basit, amatörü eğlendiren bir tarzdır. Öte yandan "büyük roman erotizm içerir" (kontes?) formülü de alabildiğine iticidir. Eleştirdiğim bu iki husus varsın muhteşem psikanalitik okumalara kapı aralasın, sıradan okuru boğduktan sonra neye yarar? 

Ayrıca, yukarıda eleştirdiğim distopyalarda sık rastlanan bir motif de "Kahramanın sıradan hayatına bir kadının girmesi ve onu devrimci saflara çekmesi"dir biliyorsunuz (Bkz: Biz, 1984, Brazil). Aynısına bu kitapta da rastlamak (her ne kadar kadın bu kez devrimci olarak değil, madun kimliğiyle ortaya çıkmış da olsa) kimi heyecanlandırabilir ki?

Ayrıca bu "madun kadın" meselesi kitabın temelinde bir boşluk olarak duruyor. Bunu biraz açmak lazım.

İdeolojik (veya ahlaki, ne derseniz deyin) bir sorunu merkeze alan kitaplarda yazarın rolü çok tehlikelidir. Bir karakterin şöyle mi, yoksa böyle mi davranacağı yönünde yaptığı seçim; kurbanı suçlamakla, zalimi aklamakla, ahlaki tutumu boşa düşürmekle, katharsis yaratmakla ya da kör parmağım gözüne bir ahlakçılık yaparak kitabın gerçekliğini ortadan kaldırmakla sonuçlanabilir ve bütün edebi uğraş çöpe gidebilir. Fakat işin şöyle de bir çelişkili boyutu var ki, o seçim eserin eser olması için yapılmak zorundadır. 

Söz gelimi şöyle bir öykü kuralım: 

"Kahramanımız bir banka soygununa katılır. Soygun başarıyla sonuçlandıktan sonra tam kaçarken çok yoksul birini görür ve içi parçalanır. Çaldığı paranın bir kısmını o garibana verir. Gariban bu işe çok sevinir ve hemen ertesi gün parayı harcamaya başlar. Fakat meğerse bankanın sahibi devlette bağlantıları olan karanlık bir adamdır. Soygunu önceden haber alıp soyulacak şubeyi sahte parayla doldurmuş, bu sahte paraların da seri numarasını almıştır. Böylece soyguncuları bizzat kendi yakalamak, soygunculara içeriden yardımcı olan köstebeği bulmak istemektedir. 

Bu arada bankayı soyan kahramanımız, yoksul adamın yakalandığını televizyondan görür..."

Şimdi bu öykünün devamına dair senaryolar üretelim:

1) Soyguncu gider, "Bırakın onu, aradığınız adam benim!" der. Banka sahibini döver. Okur rahatlar. (Sorunlu: Katharsis etkisi, gerçek dışı)
2) Soyguncu gider, "Bırakın onu, aradığınız adam benim!" der. Fakat meğer o yoksul adamın banka için çalışan, bir tür yem olduğunu öğrenir. (Sorunlu mesaj: Bireyci ol, acıma yetime döner koyar götüne)
3) Soyguncu gitmez, ben ona bir sürü para vererek elimden geleni yaptım, şimdi tanımadığım adam için bir de kendimi mi feda edeyim, der. (Sorunlu mesaj: Vicdanını rahatlatmak için doğru bildiğini yap ama her davranışının sorumluluğunu da alma)

Bu ihtimalleri daha çok uzatabiliriz, her seferinde de bir "sorun" bulunabilecektir. Fakat en büyük sorun, bu sorunlardan kaçmak için öyküyü televizyonların yoksulun yakalandığını gösterdiği anda kesmek olacaktır. Malum, okur silahın patlamasını bekler, vurulan kim olursa olsun oyunun kuralı budur.

İşte bu romanda o silah patlamıyor. Romanın ikinci yarısında kadının bir şekilde romanın akışına müdahalesini bekliyor okur, ama olmuyor. Olamıyor. Kitapta pasifliğiyle yargıcımızı dönüştüren "madun kadın" o kadar pasif ki... Evet bu bilinçli bir tercih, anlaşılıyor. Şiddet aygıtı nasıl ki barbarlar tarafından değil, barbarların pasifliği tarafından perişan ediliyorsa kahramanımızı da o boşluk ortada bırakıyor. Fakat yukarıda söylediğim gibi, bu da romanı yarım bırakan bir rol oynuyor ne yazık ki.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder