27 Temmuz 2018 Cuma

Bir Kırık Segah - Kamil Erdem

Image result for bir kırık segahUzun bir süredir klasiklerden, modern klasiklerden, "usta kalemler"den vazgeçmiş durumda Türkçe edebiyatta bir tür tarama yapıyorum. Yeni çıkanları, gençleri, eskilerden olup da unutulmuşları okumaya çalışıyorum. Halen yeterli miktarda okuma yaptığımı iddia edebilecek değilsem de genel olarak vardığım kanı, şöhret hakkındaki en basit yargıyı haklı çıkarıyor: Bir yazarın meşhur olması mutlaka iyi olduğu anlamına gelmiyor, ama iyiler mutlaka meşhur oluyor. Hakikaten iyi olup da dikkat çekmemiş isim yok. Bu "meşhur olmayanlar" okumalarım bana hiçbir yazarı kazandırmadı açıkçası. Fakat biri tavsiye üzerine olmak üzere iki adet "henüz meşhur olmamış" isimle tanıştım. Biri Ferat Emen, diğeri Kamil Erdem. Yalnızca ikişer kitapları olan bu iki yazarın dilleri, dertleri, dünyaları apayrı olsa da bu dil-dert-dünya üçgenini müthiş bir başarıyla kuruyorlar. Bana uzun zaman sonra bir yazar için "Keşke yeni kitabı çıksa..." dedirtiyorlar.

Kamil Erdem'in ilk kitabı olan "Şu Yağmur Bir Yağsa" hakkındaki eleştirimde karakterlerin pasifliğine, dolayısıyla bu olaysızlığın "umut"la değil "yağmur duası"yla sonuçlanmasına dikkat çekmiştim. Bu olaysız gerçekliğin imkansızlığı nedeniyle oluşan gedikleriyse hikayelerle doldurduğunu ileri sürmüştüm. Çekingen, sancılara çakılı ruh hallerini anlatan bir kitaptı "Şu Yağmur Bir Yağsa." Bireylerin yapayalnızlığının hüzünlü bir içerik ve lirik üslupla birleşmesinden, hadi depresip demeyelim ama, melankolik bir sonuç çıkıyordu.

Bir Kırık Segah'ta ise hem şaşırtıcı, hem de hiç şaşırtıcı olmayan bir sapma görüyoruz. Tâli, stabilize bir yolda usul usul ilerledikten sonra nihayet asfalta çıkmayı başarmış gibi, yazarın olgunlaşma istikametinden şaşmayan bir zemin değişikliği demek daha doğru belki de (Olgunlaşmanın da yaşı yoktur muhakkak).

Ya da şöyle diyelim, ilk kitap, bir bekar evinde dolapta kalan malzemelerle yapılmış bir yemekti, evet nefisti, çünkü aşçının elleri ve damağı bu işte mahirdi, "Ama," diyordu sofraya yapayalnız oturan baş kişi "ah yanında bir de şu olsaydı." Şimdiyse misafir gelmiş, ev şenlenmiş, yemekte malzeme belki yine eksik ama fark eden yok, sohbet ayrı bir lezzet katmış. Çünkü karakterlerimiz artık çok da yalnız değil. Hatta hayatın zorluklarına karşı onları yerleşik dostlukları ayakta tutuyor.

Bir Kırık Segâh'taki hemen hemen bütün öyküler "kayıpları" ele alıyor. İş kaybı başta olmak üzere sağlık kaybının, sevgiyle bağlanılmış bir nesnenin kaybının, dost kaybının, baba kaybının, para kaybının, hatta can kaybının öykülerini yazıyor. Bu yüzden "Ne olacak?" gibi bir soru bu öykülerin muhatabı değil. Onun öykülerinde "kötü karakter" yok, kişiler arası çatışma yok. Kötülük bireylerden ziyade, hâllerin (düzenin) kendisinde. Anlatılan öyküler de işte bu hâllerin ve bu hâllerle boğuşan kişilerin "ne olduğu" sorusuna cevap veriyor, şiirsel bir üslupla yazılmış psikolojik tasvirlerden oluşuyor. "Kayıp öyküleri" teması epey riskli bir tema aslında. En beyaz Türklerin bile arabeski (cover'lar vasıtasıyla kendi dünyasından tınılarla buluşturarak da olsa) canıgönülden sahiplendiği bir dönemde yaşıyoruz. Allanıp pullanmış bir yenilmişlik psikolojisini rafine bir haz unsuruna çevirebilen tuhaf bir toplumsal haletiruhiye içerisindeyiz. Buna paralel olarak "tutunamayan" olmayı, "sevdiğim kadınlar hep gittiler..." ağlamalarını umutlu şeylerden bahsedilmesine yeğ tutan bir popüler edebiyat dergiciliği de oluşmuş durumda. Ne mutlu ki Kamil Erdem, bu riskin üstesinden ustalıkla geliyor. Felç geçirenin ayağa kalkışını, fabrikası kapatılan işçinin veya sürülen öğretmenin dayanışma sevincini, böcekli malını pazara götüren çiftçinin her şeye rağmen umudunu anlatıyor bu kez.

İşte tam bu nedenle, bu ikinci kitabında sokağa taşan, komşu evleri sarsan arabesk feryat figanlar yok (bangır bangır Ferdi çalmıyor evde), aksine geçmişi geleceğe bağlayan, kırık bir segâh içeri sızıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder