13 Ağustos 2018 Pazartesi

Hadula: Bir Ada Öyküsü - Aleksandros Papadiamantis

Daha önceki bir blog yazımda bu Jaguar, Siren gibi "Biz yalnızca iyi edebiyatın peşindeyiz..." triplerindeki yayınevlerinin popüler yayınevlerinden bile daha berbat olduğunu, görüldüğü yerde kaçılması gerektiğini söylemiştim. Bu konuya ilişkin çok iyi bir örnekle karşı karşıyayız.

Kitabın falsoları, tam da bu tür yayınevlerinden beklediğim gibi, henüz adında ve kapağında başlıyor. Künye bilgisinde de belirtildiği gibi Jaguar Kitap yayınevi kitabın orijinal adı olan dişil formdaki "Katil" adını değiştirmeyi tercih etmiş. Neden beğenmemiş? Allah biliyor. Muhtemelen Türkçe'de kelimelerin cinsiyete göre formları olmadığı için cinsiyetsiz olarak "Katil" yazmayı kitabın içeriğine uygun görmedikleri gibi, 19. yüzyıl kitap isimlendirmelerinde görülen bu boşvermişlik seviyesindeki basitliği de ticari olarak anlamlı bulmamışlar. Dişil cinsiyeti belirtecek bir tabir uygun olabilirdi, nihayetinde bir katilin varsayılan cinsiyeti erkektir ve pek de heyecan uyandırmaz, oysa "kadın katil" ya bir ekstra psikopatlık, ya canına tak demişlik, veya cadılık ya da erkeklik gibi "beklenen" kadın davranış kalıplarından belirli bir sapmaya işaret ettiği için şaşırtıcıdır. Fakat kitap adı olarak "Katil Kadın" çok kuru, "Caniye" ise anlaşılmaz, bağlamla uyumsuz ya da komik geldi sanırım. Bunun yerine kitaba doğrudan kahramanın adını vererek kitap adı-içerik bütünlüğünü yaralamaktan hiç çekinmemişler. Suç ve Ceza'yı "Raskolnikov" adıyla okuduğunuzu düşünün, vurguyu fiilden faile kaydıran bu değişiklik kitabın okumasını da değiştirmez miydi? 

Haydi bu kısmı yukarıdaki sebeplerden ötürü zaruri kabul edelim ve geçelim: "Bir Ada Öyküsü" alt başlığı da nedir? Bir öykünün adada geçmesi, onu "ada öyküsü" mü yapar? Bir öyküye "ada öyküsü" demek için o eserde mekanın bir ada olmasının özel bir yer tutması gerekmez mi? Değilse, Yunanistan dediğimiz ülkenin zaten iki yüze yakın adası meskunken herhangi bir Yunan edebiyat eseri özel olarak böyle bir vurguyu hak ediyor mu? Sözgelimi Kazancakis'in Zorba ve Kaptan Mihalis adlı eserleri de adada geçmekte olduğuna göre, bunları da "Zorba: Bir Ada Öyküsü", "Kaptan Mihalis: Bir Ada Öyküsü" adlarıyla yayınlamak uygun mudur? Veya bütün bir İngiliz edebiyatını da aynı alt başlıkla mı sunmalıyız? "Frankenştayn: Bir Ada Öyküsü" kulağa ne hoş geliyor değil mi?

Bu aldatıcı altbaşlığı bence kapakla birlikte okumakta yarar var. Mavi-beyaz, Kars trenine binen hispter çorapları andıran bir örgü işinin yer aldığı kapak okuru Yunanistan'da bir yolculuğa çıkarmayı vaat ediyor gibi. Mavi-beyaz kapak, "Bir Ada Öyküsü" altbaşlığı... Yoksa? 

Evet, bildiniz... "Bu yaz kumsallarda okunacak on kitap" listeleri için özel olarak çıkmış bir kitapla karşıyayız. Aşağıda konuyla ilgili kolaylıkla bulunmuş  iki görsel görüyorsunuz:



Image result for Hadula - Papadiamantis
****

Peki kitap gerçekten de bir "kumsal kitabı" mı? Elbette alakası yok. Eser muhafazakar bir yazarın elinden çıkma, ve denizden çok dağda geçen bir kitap bu. 

Aslında iyi olabilecekken yazarın teknik ve ideolojik yetersizlikleri nedeniyle vasatı aşamıyor Hadula. Biliyorsunuz söz konusu modernizm olduğunda bu işin kaymağını 19. yüzyıl edebiyatçıları yedi. Geleneksel yapıların çözülüşünü ve modern kurumların oluşumunu, bu eş zamanlı can çekişme ve doğum sancısının dehşetini bizzat gözlemlediler. İşte Hadula da geleneğin açmazlarını ve tüm bu açmazlarına karşın çözülmeye karşı direncini müthiş açıklıyor aslında. Düşünün ki kırsal gittikçe fakirleşirken geleneksel çeyiz uygulaması nedeniyle kızlar aileler için ciddi bir yük oluşturmaya başlıyor ve bunu fark eden (yine geleneksel) şifacı bir kadın ilmiyle yüz seksen derece tezat oluşturacak bir şekilde ölüm dağıtmaya başlıyor. Devrimlerin her şeyi alt-üst edici etkisini gösteren müthiş bir metafor. Enteresan bir kısım da şu: Aslında modernite, çeyiz zorunluluğu gibi kadınları dezavantajlı kılan patriyarkal adetleri ortadan kaldırma eğiliminde; fakat "şifacı" kimliğiyle feodalite döneminde kadınlara tahsis edilen sınırlı pozisyonlardan birine sahip olan Hadula kendi (işlevsel) yok oluşunu bütün kadınlara mâl ediyor, modernitenin çözemediği sorunlar sarmalı içerisinde kendi gerici direnişini bir tür feminizm-miş gibi sunabiliyor. 

Fakat, dediğim gibi, bu 19. yüzyıl edebiyatçısı olmanın kolaylığı: yalnızca gözlemlediklerinizi yazmanız bile sizi önemli bir veri kaynağı yapıyor. Bir "başyapıt" ortaya koyabilmeniz için bu metaforu yerli yerinde kullanmanız, farklı karakterlerle farklı sınıfsal pozisyonların da moderniteye ve bu bağlamda birbirlerine karşı tavırlarını yansıtabilmeniz gerekiyor. Yahut otların bilgisine sahip şifacı kadını bir katile dönüştürüyorsanız onun bu ilmini de öyküde bir aktör haline getirebilmeniz, örneğin en azından cinayetleri bitkisel karışımlarla işletmeniz vesaire lazım geliyor. Oysa ne yazık ki kitapta bunların hiçbiri yok. Üstelik bir düğüm de yok, çözüm de, alternatif okuma da yok, neredeyse başka bir karakter ve hatta olay bile yok.

 Kitabın fikri, kitabın kendisine dönüşmüş ve bırakılmış durumda. Okunmaya değmeyecek bir kitap kalıyor elimizde.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder