27 Ağustos 2018 Pazartesi

Mucizeler Dükkanı - Jorge Amado

Başlığı girerken kitaba dair çok açıklayıcı bir hata yaptım: Az kalsın "Mucizeler Dükkanı - Pedro Arkanjo" yazıyordum. 

Böyle olur. Bazı roman kahramanları yazarının önüne geçer. Öyle ki yazarın rolü sanki ruh çağırma seansında bedenini araçsallaştıran medyumunkiyle aynıdır: Aslolan ölüler aleminden geri dönen misafirin onu çağıran sevdiklerine (karakterin okura) ileteceği mesajdır, "medyum" (adı üstünde) bu mesajın taşıyıcısı olan bir aletten ibarettir. O olmazsa bir başkası da pekala aynı işlevi görebilir, yeter ki "doğru çalışsın."

Image result for Mucizeler Dükkanı Jorge Amado satın alEdebiyatta aradaki fark çağrılan bu ruhun hapsedildiği alemin bu kez "öte dünya" değil "zihinsel dünya" olmasıdır. Bu nedenle sırf aile bağı gibi nedenlerle çağrılan alelade ruhlara benzemez o, aksine insanlığın ortak belleğinden fışkırır. Günahları, sevapları, yer aldığı kurmacaya müdahaleleriyle belirli bir (etik/manevi/felsefi) anlama bürünür, İncil'deki İsa gibi, meseller vasıtasıyla okura yol gösterir. Ve yine tamamen zihinsel bir varlık olduğu için farklı zihinlerde bambaşka bedenlerde, bambaşka zaman ve coğrafyalardadır vücut bulur  o aynı karakter, tıpa tıp aynı ruh olsa bile. Bu açıdan en güzel örnek sanırım belirli kişi kültlerinin anonim eserler vasıtasıyla kolektif olarak yaratılmasıdır fakat bu konuya hiç girmeyip modern edebiyattan örnek verelim. Örneğin Pal Sokağı Çocukları'ndan Nemeçek'in sızısı insanın yüreğinden hiç geçmez fakat yazarını zihnimi zorlasam da hatırlayamam. Madde 22'nin Yossarian'ını bilirim ama yazarı için google'a danışmak zorunda kalırım. Gibi.

İlk bakışta, Mucizeler Dükkanı için de benzer bir şey söylememek güç (bu "ilk bakışta"ya en sonda değineceğiz). Kitabın çok sayıda kahramanı (ve bir anti-kahramanı) olsa da bütün anlatı baş karakter olan Pedro Arkanjo üzerine kurulduğu için ister istemez yazarın gölgelendiği bir metin ortaya çıkıyor. Brezilya'nın Bahia bölgesinde siyahi ve melezlerin kültürel zenginliğini, bu kültürün devlette yerleşik ırkçılığa karşı ayakta kalma mücadelesi içerisinde tanıtan bu harika kitapta Pedro Arkanjo'nun parıldamasının özel bir sebebi var. söz konusu yerleşik ırkçılık ile melez kültür arasındaki mücadele iki cephede, yani entelektüel ve materyal zeminlerde aynı anda yürüyor ve Pedro Arkanjo bu iki alanda da -biraz muzır bir ifade olacak ama- "ön açıyor."

Entelektüel zeminde ırkçılığın "bilimsel" dayanaklarına (beyaz adamın üstünlüğünü, siyahların suça ve akıl hastalığına yatkınlığını vesaire gösteren, kerameti kendinden menkul çalışmalar) karşı yazdığı kitaplar vasıtasıyla mücadele yürüten Pedro Arkanjo; "ırklar karışmasın" diye yaygara koparan ırkçı yapıya karşı da çükünü ezilen halkın kalaşnikofuna dönüştürüyor ve vuruyor ha vuruyor. Bu ifade biraz hoyrat kaçtı ama yerine de oturdu, kusura bakılmasın. Zira romanda gerçekten de bir cinsiyet problemi var. Çoğalma metaforu olarak en kolay yolu seçmiş yazar: Sperm saçmak. Evet bu gerçekten de çok verimli bir metafor, doğurgan kadın bedeninin toprak olarak okunması, ona tohum saçmak, böylece bir aşk ilişkisinin kolonyal bir ilişki olarak da okunmasına imkan tanıyorsunuz falan filan, fakat "en kolay", "en verimli" olanın "eril" olmasındaki probleme gözlerini yummak da yazarın ne Marksist ve anti-kolonyal görüşleriyle başdaşıyor, ne de büyülü gerçekçiliğin imkanları ortadayken mazur görülebiliyor.

Image result for jorge amado
Jorge Amado
Bu büyük falsoyu bir yana bırakırsak kitabın en beğendiğim yanı kahraman ve anti kahramanı birlikte sunan yapısı. Kitapta bir meşhur Pedro Arkanjo var, bir de Fausta Pena. Pedro Arkanjo'nun ölümünden sonra yeniden keşfedilişini borçlu olduğumuz ABD'li profesörün ufak bir işini yaptırdığı, bu arada aşığı güzeller güzeli melez Ana Mercedes'i de elinden aldığı Fausta Pena, aynı zamanda şöhret olabilmek (ya da "hak ettiği yeri bulabilmek") için kültür endüstrisinin çarkları içerisinde ezilip duran bir amatör yazar. Acaba bu "Faust" ruhunu hangi şeytana satmış olabilir? 

Aslında, daha önceki blog yazılarımda da papağan gibi tekrarladığım ve tekrarlamaya da devam edeceğim gibi, baş kahramanı bir yazar olan ya da "dil üzerine bir roman", "kendini arayan bir roman" vesaire diye göklere çıkarılan, edebiyatın kendi içine kapanışını -ki açık bir biçimde kötüye işaret değil midir- simgeleyen romanlardan oldum olası hazzetmem. Fakat bu yola girip hakkını veren romanlardan biri Mucizeler Dükkanı. Kahraman ve anti-kahramanın mukayesesinden çıkan sonuç, yazıya değerini, kutsiyetini veren şeyin öncelikle onun niyeti oluşu. Yazmak bir eylem biçimidir, bu anlamda söz gelimi sömürge karşıtı bir yazıya kalkışıyorsanız eğer, yalnızca sömürgeciye sıkılacak kurşundan daha etkili bir yazı yazılmaya değerdir. Bir yazara şöhreti getiren de işte sıktığı bu entelektüel kurşunun isabetliliğiyle ölçüdür, yazarın amacı ancak ve ancak kitap dağlarının gerillası, yazının Che Guevara'sı olmaktır. Ne kadar çok somut zafer, o kadar şan ve onur. 

Fakat kültür endüstrisi (işte Faust'un Mefisto'su) her şey gibi bu basit denklemi de ters yüz etmeyi başarmıştır: yazar artık yazıdan önce gelmektedir, yazar da bir "star"dır artık ve bu "star"dan yayılan ışık yazının içeriğini de önemsiz kılar. Değil mi ki o yazı o yazara aittir, öyleyse kıymetlidir. İşte Fausta Pena da "o" yazar olmak için çırpınmakta ve çırpındıkça batmaktadır.

Dolayısıyla bir edebiyatçı olarak Amado, çağdaşı olduğu, ucuz edebiyatları ve berbat ilişki ağları içerisinde (Fausto Pena'nınki gibi bok ve sidik kıymetinde işler yapan, bir gazete haberi için yatağa giren, al gülüm ver gülüm birbirini öven) sürünen yazarların suratına Pedro Arkanjo'yu fırlatmıştır: Irkçı profesörlerin hakimiyetindeki akademiye karşı akademinin ne içinden ne de dışından, çeperinden (tıp fakültesinde odacılık yaparak) savaş açar Pedro Arkanjo. Ne o dünyaya aittir ne de tamamen dışında, ona alternatiftir. Onu sıkıştırmak, onunla yüzleşmek üzere hep oradadır fakat ondan hiçbir lütuf talep etmez. Yalnızca üretir.

Şeytan dedik, kültür endüstrisi boş durur mu? Elbette Pedro Arkanjo'nun önlenemeyen yükselişi için bir B planı olacaktır. Gazeteler, akademi vesaire vasıtasıyla; halkın Pedro Arkanjo'suna çok benzeyen fakat revize edilmiş, makaslanmış, yepyeni elbiseler giydirilmiş, sistemle uyumlu, reklam kahramanı olmaya müsait bir başka Arkanjo yaratılır. Bu böyledir, böyle olacaktır. Arkanjo'nun sisteme ne içeriden, ne de dışarıdan, çeperden saldırdığını söyledik, kültür endüstrisinin çeperden karşısaldırı da budur işte. Kredi kartı reklamında Imagine çalar, Yapı Kredi Yayınları Nazım Hikmet kitaplarını gururla sunar. İşte yazı, bunun da mücadele alanıdır: yalana karşı gerçeği, fakat halkın gerçeğini (bu gerçeğin içine ne kadar mitos karışmış olursa olsun -ki hatta karışması daha da iyi mi ne?) yazmak. 

Fakat yazmak mı sadece?

Hayır. Yazının başında Mucizeler Dükkanı'nın ilk bakışta kahramanıyla müsemma göründüğünü söylemiştik. Kültür endüstrisi adı üstünde bir endüstridir, içerik üretimiyle sınırlı bir sistem değildir o. Diğer sanayi kolları gibi, üretim-dağıtım-tüketim döngüsünden oluşur ve belki de dağıtımın üretimden daha önemli olduğu bir alandır. Kitabın adının önemi de burada ortaya çıkıyor: Kitaplar Pedro Arkanjo'nun eseri olsa da o kitaplar basılsın diye, ulaşabileceği her yere ulaşsın diye canını dişine takan Lidio Corro'dur. Mucizeler Dükkanı'nın sahibi, Arkanjo'nun can dostu Lidio Corro. Geç de olsa itibar gören, hak ettiği star mertebesini edinen Pedro Arkanjo'nun yanında adı asla anılmayan, görünmeyen emeğin değerini bilen birileri, yani yazarımız Amado, kayda geçirmese adı unutulacak olan Lidio Corro. Ya üretim malzemesinin tedarikçileri? Arkanjo'nun (ve tabii Amado'nun) kayda geçirdiği o kültürün, hikayelerin esas yaratıcıları yani? Ya da ona ek kaynak sağlayan, teşvik eden halkçı profesörler?

İşte kültür endüstrisine karşı sanatsal üretim budur: Kapakta bir kişinin adı dahi yazsa kolektiftir o. Gücünü halktan alır, halkı anlatır, halkı güçlendirir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder