25 Kasım 2019 Pazartesi

Yaşar Kemal - Allahın Askerleri

Yaşar Kemal, birçok büyük yazar gibi, kitleyi çok keskin biçimde ikiye böler: Seven tam sever, sevmeyen tam sevmez. Yazdığı onlarca kitapta hangi coğrafyadaki bilmem hangi tuhaf hikayeyi anlatsa da değişmeyen üslubu yüzündendir bu biraz da. Sevenlerdenseniz, arada sırada "Yaşar Kemal'iniz gelir" ve aylar, belki de yıllar sonra elinize yepyeni bir Yaşar Kemal kitabı alıp kendinizi o renk cümbüşü içinde menevişlenmeye bırakırsınız.

Image result for Yaşar Kemal - Allahın Askerleri
Fakat Allahın Askerleri'ne bu şekilde başlamadım. Yaşar Kemal'in çocuk röportajları derlemesi olduğunu biliyor ve bunun için merak ediyordum. Zaten Yaşar Kemal'in röportaj türü için "bal gibi edebiyat" nitelemesi yaptığını, "İnce Memed neyse röportajlarım odur" dediğini bilip de merak etmemek pek mümkün değildi. Yine de çağımız bir dikkat dağınıklığı ve çatışan arzular çağı olduğundan hep bir başka merak ağır basıyor ve bu kitap okunma listesinde hep ikinci sırada kalıyordu. Ne zaman ki Ayşegül Devecioğlu'nun Güzel Ölümün Öyküsü çıktı, "Tamam," dedim. "Bu iki kitabı beraber okumaktan bir şeyler çıkar." Diğerine henüz başlamasam da, hatta başlamayacak olsam bile, bu kitabı bana okuttuğu için şimdiden müteşekkirim.

"Çocuktan al haberi" sözü çoğunlukla çocuğu bir dedikodu vasıtası olarak tariflemek için kullanılır ya, en azından bu kitap özelinde, toplumun ahvalini en iyi çocukların hikayelerinden anlayabileceğimizi gösteriyor Yaşar Kemal. Hele hele sokak çocuklarının. Sömürü, tecavüz, sokaklarda donarak ölmek... Bir toplumun yetişkin bir ferdinin bile yaşamasına tahammül etmemesi gereken acılarla çocuklarını yüz yüze bıraktığının belgesi çocuklar. Ve ailelerin, polis başta olmak üzere devlet kurumlarının ve küçüğüyle büyüğüyle burjuvazinin durumunu çocukla kurduğu ilişkiden daha net gösteren bir mercek varsa da ben bu kitaptan sonra tahmin edemiyorum. 

Çocukların hikayelerindeki trajik yükün Yaşar Kemal'i dilini acılaştırmaya, üslubunu arabeskleştirmeye itmemiş olması kitabın en güçlü tarafı. Ezilip bitmiş, zavallı, vicdanları parlatmak için ceplerine birkaç kuruş koyup başlarının okşanması yeterli çocuklar anlatmıyor Yaşar Kemal. Kendi gerçekliklerini kuran, hayata bizzat müdahil, hayatta kalmayı, neşelenmeyi, dostluk kurmayı en güzel şekillerde öğrenmiş, zorlukların güçlendirdiği çocuklar onlar aynı zamanda. 

Bir övgü de Yaşar Kemal'in "etnografi" pratiğine. Bu çocuklarla tanışma sürecinde iyiden iyiye ünlü bir yazar Yaşar Kemal. Hatta bazı çocuklar, ya da çocukların ebeveynleri, onu tanıyor bile. Kuşkusuz geçim derdi de pek yok. Yetişkine karşı çocuk - üstelik ünlü, hali vakti yerinde bir yetişkine karşı yoksul çocuk - arasında var olmasını bekleyeceğimiz o hiyerarşik iletişim biçiminden eser yok bu öykülerde. "Etnografi"yi bu yüzden tırnak içinde kullanıyorum. Zira Yaşar Kemal'inki dışarıdan gelen bir araştırmacının tatbik ettiği, kitabına uygun bir "katılımcı gözlem" yöntemi değil, biliyor ve anlıyorsunuz: Hangi yaşta, hangi statüde olursa olsun, Yaşar Kemal babası gören tek gözünün önünde öldürülen o ufak çocuk.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder