20 Kasım 2019 Çarşamba

Zeynep Uzunbay - Çoğunluk Dersleri

Image result for çoğunluk dersleriSon kitabı Çoğunluk Dersleri hakkında yapacağımız röportaj için buluştuğumuzda "Bu kitabı sevdiğini söylemedin," dedi Zeynep Uzunbay sohbet daha yeni yeni koyulaşırken. "Sevmemiş olsam bu güneşli Pazar günü deniz kenarında piknik yapacağıma Mecidiyeköy'de işim ne, ruh hastası mıyım ben?" demem gerekirdi, aklıma gelmedi o an. Ama sevdiğimi söylememiştim, doğru. Çünkü bir başka hisağır basıyor, beğenimi gölgeliyordu. Şaşkınlık.

Kamçılanma Mesafesi'ni tavsiye üzerine okuduğumda yıllar boyu okuyacağım birini keşfettiğimi anlamıştım. Çok sevmiştim, en çok da sadeliğini. Sıradan bir okurun sıradan bir okumadan (tavsiye üzerine yapılan, neyle karşılaşacağını bilmediği bir okuma) beklentileri kadar sade. Okuduğunu büyük ölçüde anlamak, anladığına katılmak, anlamadığın üzerine düşünmek ve düşüncenin sonuçlarını katıldığın anlamlara iliştirebilmek. Böylece kitaba kendi başlığımı atabilmiştim: Kadın Sağlığı İçin El Kitabı.

Okur, bir öykücünün edebiyatının içine yapboz oynar gibi girer. Okuduğu her yeni öykü bir diğerinin çözümü için yeni bir kolaylık sağlar çünkü: Tekrar eden bir tema kendini ilk kez bu kadar açık etmiştir, bir duygulanım kendini ısrarla öne atmaktadır ya da sembol evreninin sınırları biraz daha belirginleşir. Okur artık yazar hakkında "uzmanlaşır". Bu durum beğeniyi de etkiler şüphesiz. Artık bir öyküyü aslında beğenmeyecek dahi olsanız, yazarın dünyasına hakim olduğunuz için onu tekil bir öykü olarak değil söz konusu yazarın edebiyatının bir mütemmim cüzü olarak değerlendirirsiniz. Bu nedenle normalde "sorun" olarak değerlendireceğiniz kimi unsurların neden orada olduğunu, bunların sorunlu taraflarını neden görmezden gelmeniz gerektiğini de anlarsınız. Yapbozun bir parçasını daha koyarken "Bu parçanın kenarını beğenmedim," demezsiniz. Beğenilecek olan büyük resimdir.

Çoğunluk Dersleri'ni bitirdikten sonraki şaşkınlığım işte bu algımın yıkılmasından kaynaklanıyordu. Kamçılanma Mesafesi'nin üzerine çok daha kolay çözümleyeceğim bir kitap beklerken dille derdi olan, kelimelere teklifsizce yeni anlamlar atfeden, şiiri yardıma çağıran, karakterlerin birbirinden çok kendi içine konuştuğu öykülerle karşılaştım. Metaforumuzdan devam edersek, elimdeki yapboz parçalarından kenarları düz olanları rahatlıkla çerçeveye yerleştirdim fakat ortadaki koca boşluk bana bakıyordu. Bir öncekine göre daha karamsar bir kitaptı. Kendini daha çok gülmeye zorlayan ama arkasındaki derin hüznü gizlemeyi başaramayan. Cenaze evinde gözleri halen yaşlıyken gülen insanlar gibi. Neticede ülke bu iki kitap arasında daha iyiye gitmemişti, metne de bu yansıyacaktı. Şaşkınlığım bundandı, çok umut dolu, çok sade, çok bir önceki gibi bir kitap bekliyordum.

Yanıldığımı röportajla anladım. Dildeki bozunmayı, iletişim arzu ve becerimizdeki güncel düşüşün yansıması olarak görmüştüm, değilmiş. Yazarın daha öncekinden çok daha baskın biçimde dildeki iktidarla hesaplaşmak isteyeceğini tahmin edememişim. Çünkü yazarın güncel olanı takip etmek zorunda olmadığını, aksine bazı her zaman güncel sorunları dün, bazılarınıysa ancak bugün irdeleyebileceğini unutmuşum. 

Gerçekçilik buydu, evet, bunu da unutmuşum: Güncelin kaydını tutmak değil, her zaman güncel olanın her an peşinde olmak. Don Kişot gibi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder