10 Şubat 2020 Pazartesi

Cahide Birgül - Gölgeler Çekildiğinde

Image result for gölgeler çekildiğindePasolini'nin Teorema'sı geldi aklıma Gölgeler Çekildiğinde'yi okurken. Belki biraz da Reha Erdem'in Kosmos'u. Makine çarkı gibi dönüp duran hayata bir gün bir çomak sokulur ve kusursuz çalıştığı sanılan o makinenin aslında nasıl da pamuk ipliğine bağlı dengeler üzerine kurulu olduğu ortaya çıkar. "Anti-deus ex machina"dır bu: Bozulan işleri yoluna koyan antik tanrıların yerini işlerin aslında bombok olduğunu yüzümüze vuran yarı-şeytan/yarı-melekler almıştır. Şeytandır çünkü bozmak için bozar, adeta tek amacı yarattığı yıkımla eğlenmektir. Öte yandan melektir çünkü çarpıtılmış olan hakikati yeniden olduğu gibi gösterir. Farmakon gibi yani; hem zehir, hem ilaç.

İki yönden işlevsel bir temadır. 

Birincisi, çarkı döndüren kabullerin ne olduğunu sorgulatma fonksiyonu sayesinde ideolojik bir misyonu rahatlıkla yüklenir. Teorema'da burjuva aile kalıplarını paramparça etmekte müthiş bir kullanılır bu özelliğiyle. Kosmos'taysa ekolojist bir yeni mitolojiyi muhafazakarlığın ortasına bomba gibi bırakır. 

İkincisi, teknik açıdan pratiktir. Olayların nasıl gelişeceği temanın doğası gereği baştan belli olduğu için (tabii eğer yepyeni bir süreç tasarlanmıyorsa), yazarın vereceği bütün emek dönen çarkın rutininin, farmakon karakterin ve onun müdahil olma biçiminin, son olarak da "çarpışma sonrası"nın seçimindeki orijinalliğe kalmıştır. 

Bir sınıfa yeni bir öğretmen mi gelecektir? Bir topluma yeni bir peygamber mi? Bir işyerine yeni temizlik görevlisi mi? Cepheye yeni bir askeri doktor mu? 

Düzeni nasıl bozacaktır bu kişi? Cinsel kışkırtıcılığıyla mı? Aşırı ve sebepsiz uyguladığı şiddetle mi? Herkesin bütün günahlarını üstlenmeyi göze almasıyla mı?

Bu seçimlerin "matematiği" ve "dekorasyonu" eserinizin başarısını belirleyecektir. Yalnızca ve yalnızca bunlar. Gerisi temanın kendi başarısıdır. Alet işler, el övünür hesabı.

Gölgeler Çekildiğinde, bu temada karşıma yerli edebiyattan çıkan ilk örnek olmasıyla kıymetli. Fakat ne yazık ki uygulamada sınıfta kalıyor. Bozulan mekanizmanın dişe dokunur bir tarafı yok, basit bir orta sınıf yaşantısı. Dolayısıyla "bozulma süreci" de, "bozulma sonrası" da çarpıcı bir tablo sunmuyor. "Anti-deus ex machina"mız ise yarı-melek/yarı-şeytan şaşaasından çok uzakta, kariyerinin henüz başlarında, stajyer bir bozguncu imajı çiziyor.

Bu nedenle temanın izleği yerine getiriliyor evet, ama kitap bunalım ile estetik arasındaki ilişkiyi kuramayan ve tam da bu yüzden olumsuz anlamıyla "sanat filmi" sınırları dahilinde kalakalan '80 sonrası filmlere (Bekle Dedim Gölgeye vs.) benziyor en çok. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder