29 Ocak 2018 Pazartesi

Refik Halid Karay - Memleket Hikayeleri

AKP yüzünden imanımız gevredi, başımıza gelen şeylerin hiçbiri iyi olmadığı gibi, bazılarını hayal bile edemezdik. Fakat bana tek bir getirisi oldu: AKP, kemalist bürokrasi, cemaat, Kürt siyaseti, uluslararası aktörler vb. gibi unsurların dakika başı ittifak değiştirdiği on yılı aşkın süre boyunca siyasetin ne olduğunu öğrendim, hala da öğreniyorum. Bu alanda öğrendiğim(iz) önemli şeylerden biri de kaybeden entelektüelin düştüğü konumun benzersizliği. Birden fazla taraf arasında gerilmiş ipler üstünde cambazlık yaparken düşen entelektüelin hangi "mezarlığa" defnedileceği konusu, o kişinin fikri üretiminden bağımsız olarak, kazanan tarafın onu reddetme ve kaybeden tarafın onu sahiplenme stratejilerinin konusu haline geliyor. Söz gelimi Tanpınar: Abdülhamid düşmanı, 27 Mayıs destekçisi, İsmet Paşa hayranı, üstelik sağlam rakıcı Tanpınar; salt dil devrimine muhalefeti ve maneviyatçı felsefi altyapısı nedeniyle Kemalist aydın çerçevesi içinde ele alınmamış, muhafazakarlar tarafındansa sahiplenilmekte beis görülmemiş ve nihayet "Saatleri Ayarlama Enstitüsü => Modernizm eleştirisi" kısa devresi üzerinden düşünsel dünyasının üzeri gereğinden fazla tozla kaplanmış bir yazar. Dikkat edilirse günümüzde de "yerli ve milli ittifak" Kemal Tahir'den neredeyse bir tür Kadir Mısıroğlu yaratacak. 

İşte bu dinamiğin enteresan bir çeşidi de Refik Halid için geçerli sanırım. 1908 sonrasından Kurtuluş Savaşı'na uzanan dönemde İTC çizgisine muhalif konumlanışı onu Cumhuriyet döneminde yeni entelektüel merkezden dışlanan bir konuma itip öylece bırakmış görünüyor. Öte yandan muhafazakar da olmayışı dolayısıyla öteki tarafça da sahiplenilmeyince, affedilip yurda dönmese ve edebi açıdan başarılı olmasa neredeyse Prens Sabahattin gibi memleketin %99'u tarafından yaşayıp yaşamadığı dahi bilinmeyecek biri olarak unutulup gidecekmiş gibi görünüyor. 

Ben de Memleket Hikayeleri'ni bir sahafta bulup almasam, onu Mehmet Akif, Peyami Safa ekolünden bir başka tip sanmaya devam edecektim. Oysa kitabı okuyunca insan şaşırıp kalıyor. İçerik olarak sosyal mesajları oldukça güçlü, cesur, tavizsiz: Yatık Emine öyküsünün Yakup Kadri'nin Yaban'ını solda sıfır bırakan taşra eleştirelliği ne kadar kuvvetli örneğin! Veya 1909 tarihli Sus Payı (Hakk-ı Sükut): Yalnızca sınıf gerçekliğini göstermekle kalmıyor, sınıf içi bölünmeyi yaratan patron dostu katmanların oluşumunu merkezine alarak o dönem için çok çok büyük bir iş yapıyor.

Dönemin pek çok yazarı gibi kara kuru bir dili de yok Refik Halid'in, aksine Sabahattin Ali kadar, Tanpınar kadar usta olduğunu rahatlıkla iddia edebilirim. Bunu şu yüzden söylüyorum: Bugünün aforizma çılgınlığından da biliyoruz ki dili sıradanlıktan kurtarmak aslında çok kolaydır; dildeki kimi boşluklar, kelimelerdeki fonetik benzerlikler vb. kullanılarak sonsuz sayıda sıra dışı cümle üretilebilir. Örneğin bu son cümlemdeki "sonsuz sayıda sıra dışı cümle üretilebilir" ifadesi, rahatlıkla "aynı sıraya oturtulamayacak kadar çok sayıda yaramaz cümle üretilebilir" gibi saçma sapan bir "yaratıcı cümle"ye dönüştürülebilir. Fakat bir ifadenin belinin bükülmesi onun mutlaka edebi nitelik taşıdığı anlamına gelmez. Edebi olan, yapılan oyunun öykünün genel çerçevesi içinde anlam bulmasıdır. İlkokul seviyesinden bir örnekle, kar yağan bir dağın beyaza bürünmesi gelinlik giymeye de, kefen giymeye de benzetilebilir, burada aslolan bu benzetimlerden öykünün genel havasıyla uyumlu olanını seçebilmektir. İşte Refik Halid bu açıdan başarılı.

Dilde çok önemli hususlardan biri de, hele ki gerçekçi bir atmosfer kuruluyorsa, yazarın öykünün dünyasına olan hakimiyetini hissettirebilmesidir. Bunun önemi çoğunlukla politik yazarların karşı cenahı anlattıkları öykülerde kendini ele veren basitlikte görülebilir; "Bildiğiniz gibi ben bir darwinist, komünist ve hedonistim," diye konuşan karakterler yaratan muhafazakar yazarlar, veya zayıf din bilgisiyle tarikat gerçeğini anlatmaya çalışan Kemalistler vesaire... Ama bununla kalmayarak "Bir taşra öyküsü anlatayım," derken köy yaşantısı hakkında cehaletini ele verenler de gırladır. Bazılarıysa tam tersinde ifrata kaçar, farzımuhal bir torna tesviyeci işçinin öyküsü anlatma iddiasıyla öyle teknik bir dil kullanır ki en az iki yıllık meslek yüksekokulu bitirmeyen anlayamaz, okuru boğar. İşte Refik Halid'i bu açıdan da başarılı buldum. Anlattığı dünyalara hakim (tabii ki muhtemelen yurt içi sürgün yıllarında her bir ortamı bizzat tecrübe ettiği için) fakat okurun yabancılamayacağı ölçüde de mesafeli bir dil tutturabiliyor. Yazarın iyi bir gözlemci olması gerektiği kadar, (bir anlam dünyasından bir başka anlam dünyasına doğru) iyi bir "çevirmen" olması gerektiğini de gösteriyor.

Fakat elbette kusurlu bir yanı da var, hem de büyük bir kusur: "Olay" yaratmada çok başarısız. Okurun belleğindeki hazır arketiplerden devşirmeden, içimizdeki aykırılardan bulup çıkardığı karakterleri var Refik Halid'in. "Küs Ömer" gibi, hem tuhaf hem muhteşem bir biçimde gerçekçi tipler bunlar. Üstelik arkalarına yukarıda bol bol övdüğümüz tatlı bir dili almışlar, her türlü maceraya hazırlar. Fakat Refik Halid çatışma yaratmakta öyle kötü, kurmacanın okurla girilen bir oyun olduğu konusunda öyle umursamaz ki öykünün ortasına gelmeden anlaşılan finallerden geçilmiyor.

Ortaokulda azıcık yarım akıllı bir arkadaşımız vardı, bir keresinde bir fıkrayı tam olarak aşağıdaki şekilde anlatmıştı:

"Temel berbere gitmiş, kulağında bir kulaklık varmış. Tıraş olurken berber rahat çalışamadığından bu kulaklığı çıkarmak istemiş. Temel izin vermemiş. Çıkarırdın, çıkarmazdın derken berber çıkarıverince Temel bir süre sonra ölmüş. Berber kulaklığı kendi kulağına takıp dinleyince sürekli tekrar eden şu cümleleri duymuş: 'Nefes Al... Nefes ver... Nefes Al... Nefes ver...' 

Temel öyle salakmış ki, birisi ona söylemezse nefes alıp vermeyi unutuyormuş."

İşte henüz öykü sonlarının henüz ortalarında anlaşılmasının yanında, yukarıdaki fıkranın anlatımında gördüğümüz dinleyicinin esprinin ne olduğunu anlamasına fırsat tanımayan, onu salak yerine koyan o tat kaçırıcı açıklama biçimi de görülüyor Refik Halid'in öykülerinde (Hele ki "Vehbi Efendinin Kuşkusu" adlı öykü insanı isyan ettiriyor). Ne yazık ki bu sonuncu unsur, Refik Halid'i bir "Türkçe ustası" sınırlarında tutan, "öykü ustası" payesine çıkmasınaysa engel olan bir rol oynuyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder