1 Şubat 2018 Perşembe

Dans Ediyor Bir Hane - Orçun Türkay

Ülke olarak sanatla ilişkimiz sakattır. Bulmaca çözerken "yedinci sanat" sorusuna "sinema" diye yapıştırırız ama diğer altı sanatı saymaya kalksak zorlanırız. Örneğin Manisa'da büyümüş bir ergen olarak o güne dek estetik bir mimari görmediğim için lisede babası mimar olan bir arkadaştan mimarinin bir sanat olduğunu öğrendiğimde yaşadığım şaşkınlığı hala unutamıyorum.

Burası işin kolay kısmı. Yetişkinliğe eren, hele hele üniversite okuyan birçok insan estetik değerlerden yoksun bir hayat sürmeye devam etse de en azından kategorik olarak sanatsal olan/olmayan ayrımını yapabilme kabiliyetini ediniyor. Fakat bu dediğim geleneksel sanatlar için geçerli tabii. Ya peki, söz gelimi, kavramsal sanat veya performans sanatı? Sanatın sosyal, psikolojik ve mekansal sınırlarını zorlayan işler? Fiziksel ya da zihinsel olsun, sanatın alıcısından da efor bekleyen bu tarz işler çıkaran bir sanatçının Türkiye'de alacağı en pozitif tepki "Bu kişi ne yapmak, nereye varmak istemektedir?" çıkışması olmayacak mıdır?

İroni bir tarafa, her an bir öncekini "aşma" zorundalığının sanata değil akademiye mahsus olduğunu da düşünürsek, gerçekten de denklemin en önemli girdilerinden biri olan alıcı kitlesinin kültürel sermayesi dikkate alınmadan yapılan çalışmaların "sanatsal ürün" değil "uygulamalı bilim" olduğunu düşünüyorum. Bu açıdan değerlerini teslim ediyorum, sanattaki teknik tıkanmaların aşılması bu tür deneylerle mümkündür. Ancak bu yenilik önerileri teknik düzeyde kalmaya mahkumdur. Aslolan bu teknik yeniliği güçlü bir içerikle buluşturabilmektir.

Dans Ediyor Bir Hane'nin tanıtım yazısında bu "bilimsel ürün" tanımına tam olarak oturan bir kısım var: "...özellikle edebiyat entelektüellerinin ilgisini çekecek. Çünkü günümüz anlatısına yepyeni bir perspektif önerisi sunuyor." diyor arka kapak. Bir kitabın edebi olmaktan çok edebiyat üzerine konuştuğu daha iyi ifade edilemezdi.

Dans Ediyor Bir Hane, bir evin içerisinde, üç boyuta dördüncüsü olan zamanı da dahil ederek gezinirken enteresan teknik tartışmalar açıyor: 

İlkin, nesnelerin insanı perdelediği bir anlatının aslında neyi anlattığını sorguluyor okur. Kitap, insanın objeleştiği bir dönemde "insan hikayesi" ile "nesne hikayesi" anlatmanın bir farkı yoktur diyen kocaman bir mecazdan mı ibaret? Yoksa yazardan bir olay örgüsü bekleyen müşteri-okurluğa bir protesto olarak, ya da okura yazarın yarattığı nesnel evrende gezme hakkı tanıyarak onu yazarın ideolojik müdahalesinden özgür bırakan, ancak bu özgürlüğün doğal sonucu olarak "olay"a dair ipuçlarını toplama sorumluluğunu da ona yükleyiveren bir manifesto mu? Yine bunlarla bağlantılı olarak, okuru alabildiğine yoğun betimleme ve salt okuma eylemiyle deşifre edilemeyecek geometrik detaylarla yorarken bölüm sonlarına bırakılmış kısa insani detaylar ile rahatlatarak tasvir-hikaye dengesinin sınırlarını araştırıyor olabilir mi?

Bunlar verimli sorular. Bu tür kitapları işte bu açıdan önemli buluyorum. Fakat yukarıda da belirttiğim gibi sanatsal olmaktan çok sanatı irdeleme iddiası taşıyan, bilimsel sorular. Sanatsal haz içermiyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder