8 Şubat 2018 Perşembe

Necati Tosuner - Sisli ve Sonrası

Tosuner'i "Kambur" öyküsüyle tanıdığımda mutlaka okunmalı diye not etmiştim. Bir sahafta rast gelerek okudum "Sisli ve Sonrası"nı. "Bütün Eserleri - Cilt 2" olarak hazırlanmış bu derleme, yazarın "Sisli", "Necati Tosuner Sokağı" ve "Çılgınsı" adlı üç kitabından oluşuyor. 

Hakkında hislerim karışık. Dil ağrıyan dişle oynar, kabul. Tosuner'in engelliliğinin de edebiyatının merkezinde olmasına bu açıdan hiçbir itirazım yok. Sonuçta engellilerin sorunları ırksal, ulusal, cinsel kimlik ayrımcılıklarıyla aynı kategoride ele alınamayacak kadar materyaldir: Diğer tüm kimliklerin problemleri toplumsal bağlamın değişmesiyle beraber ortadan kalkabilirken iken engellinin hayatı yalnızca "kolaylaştırılabilir". Bu bağlamda diğer kimliklerden olup da eserlerini salt bu doğrultuda çıkaran onca sanatçı varken engelli bir edebiyatçının da öykülerinin merkezine engelini alması kadar anlaşılır bir durum olamaz.     

Tosuner'in dili oldukça iyi, düpedüz şiire geçtiği kısımlarda da gördüğümüz gibi hayli şiirsel. Öte yandan, herkesin elinde bir sanat terazisi varsa eğer, benimkinin kalibrasyonuna göre bir eserin ağırlığını artıran başlıca niteliklerden biri "ele alınan konunun açımlanabilirliği" olsa gerektir. Bir başka deyişle, yazarın şahsi gözlemlerini/sorunlarını tümevardırarak, okurunu kendi şahsi bağlamına çağırmaktan ziyade okurun ayağına (kendi bağlamını da içeren daha geniş bir panoramayla) gidebilmesi gerekir. Yaratıcılık en çok burada ortaya çıkar. Şüphesiz dilin, kurgunun vb. benzersiz kullanımları da yaratıcılıktır. Fakat yaratıcılığın bununla sınırlı kalması, bana kimi fotoğraf sanatçılarının muhteşem ışık, açı, derinlik kullanımlarıyla ana babalarının portrelerini çekmesi gibi gelir. Bu açıdan günlükleri, mektupları, sevgiliye yazılmış şiirlerin kamuya sunulmasını, bizzat yaşanmış hikayelerin başka isimler altında fakat aynı olay örgüsüyle eserlere yedirilmesini de edebi bulmam, velev ki muhteşem çözümlemeler, nakış gibi işlenmiş bir dil vesaire bulunduruyor olsun. Kazancakis'in El Greco'ya Mektuplar'ını ya da Marquez'in Anlatmak için Yaşamak'ını okuduğumda, yazdıkları birçok şeyin bizzat biyografilerinde de yer aldığını gördüğümde yaşadığım hayal kırıklığını hala unutamıyorum. Bu bana halihazırda yapılmış bir espriyi bambaşka kişilerin yanında yine yapmak için fırsat kollayan ortam çakallarını hatırlatıyor. Bu nedenle, söylediğim gibi Tosuner'in öykülerinin ciddi bir kısmını şahsi tecrübeleri üzerine inşa etmiş olmasını onun özelinde anlaşılır bulmakla beraber, öykülerin sanatsal değeri benim açımdan fazla yükseğe çıkamıyor.

Fakat edebi bir eserden ziyade bir psikolojik veri olarak bakıldığında, engelliliğe dair çok şey söylüyor bu kitap. Özellikle dikkatimi çeken şey: İnsanın ölümsüzlük arayışının biyolojik boyutu olan aşk kılıfına girmiş üreme içgüdüsünün Tosuner'deki kritik konumunun onu dolaştırdığı isyan-kabullenme-depresyon fazları arasında kendini yer yer gösteriveren inkar. Özellikle de bir kitabının adını "Necati Tosuner Sokağı" koyup aynı adlı öyküde yer alan "potansiyel Necati Tosunercikler taşıyıcısı"nı, yani arzu nesnesi olan kadını o sokakta oturtma fantezisi üzerine ne kadar konuşulsa az. Bir kadınla birleşip üremek yerine edebiyatıyla kendini yeniden var ederek bir sokak isminde ölümsüzleşmek arzusu, bunun en basit işgüdüsel okuması olacaktır. İşin bir de şöyle enteresan bir boyutu yok mu: Öyküdeki kadını yaratan tanrının, kendi yaratımının izlerini taşıyan yeryüzüne bizzat kendi yarattığı o kadına duyduğu arzuyla inerken, tanrı olduğunu gizlemesi, mitolojide Zeus'un dünyaya çeşitli formlarda inerek fanilerle çiftleşme stratejilerine ne kadar da benziyor. Tam bu noktada, Tosuner'in Zeus gibi çiftleşememesinde yani, tanrıların yeryüzüne düşmüşlük çağında yazarın da kendi kurduğu evrenine dikey bakamayışı nasıl da kendini ele veriyor. İşte öyküler başta söylediğim soyutlamalara sahip olsa, daha bu tür çok tartışma açma potansiyeline sahip Tosuner'deki edebiyat-varoluş ilişkisi. Ama ne yazık ki, olmuyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder