9 Nisan 2018 Pazartesi

Morel'in Buluşu - Adolfo Bioy Casares (Spoiler İçerir)

Borges'in yalnızca Kum Kitabı'nı okudum, kendisi hakkında uzun boylu laflar edecek kadar derinlemesine incelemişliğim yok. Fakat bu kitaba yönelik eleştirim, Borgesperestlerin verdiği izlenimle çakıştığı için rahatlıkla Borges'i sevmediğimi söyleyebiliyorum: Borges çok iyi öykü fikirleri bulan biri, orası kesin, ancak bu fikirler öyküye dönüşmüyor. Bence öykü "Bir kitap olsa, sonsuz sayfası olsa..." ya da "Bir adamın gençliği ve yaşlılığı aynı bankta buluşsa..." ifadelerinde üç noktadan sonra gelen "... ne olurdu?" sorusunun cevabıyken, Borges ortaya yalnızca o üç noktanın öncesini, yani fikri atıp çekiliyor. Açıkçası Arjantinli olduğu dışında hayat hikayesini bile bilmiyorum ama, ben seveyim ya da sevmeyeyim (edebiyat dünyasının da çok umrundaydı benim sevip sevmediğim), en azından Latin Amerika edebiyatı için Borges'in bir düğüm noktası olduğu aşikar. Sanki Latin Amerika edebiyatının tarihsel çizgisi "Borges'i etkileyenler", "Borges" ve "Borges'ten etkilenenler" üzerinden gidiyor gibi görünüyor.

Morel'in BuluÅŸuKapakta "Borges'in önsözü" olunca ve yalnızca nitelikli edebiyat basan ender ekiplerden Helikopter Yayınlarından bir şeyler okuma arzusu da dürtünce merak etmiştim bu kitabı ben de. Oldukça kısa bir kitap - önsöz de hayatımda okuduğum en kısalardan fakat yazıldığı tarih itibarıyla edebiyatçıların "Ne anlatmalı?" sorusu karşısında ciddi anlamda bocaladığını pek güzel anlatıyor. Rus yazarlar sağ olsun insan psikolojisinin edebiyat vasıtasıyla keşfedilebilecek bir yanının kalmamış olabileceği, "olay"ın da "olay yaratan" eserler ortaya konmasına git gide daha az katkı sunduğu, bir bakıma edebiyatın tıkandığı tespiti yapıyor Borges. Casares'in kitabının da bu anlamda çığır açıcı olduğunu iddia ediyor.

Gerçekten öyle mi? Tabii ki hayır. Eş dost ilişkilerinin seviyesini bilemeyeceğim ama muhtemelen bir dostu tarafından yazılmış, zira Borges'in kendisine ithaf edilmiş bir kitabın önsözünde "Aman canım alelade bir kitap işte" yazacak hali yoktu herhalde, herkes gibi Borges de arkadaşını biraz fazla övmekle malul olacaktı elbet. 

Spoiler'lı bölüm geldi, dikkat:

Bu tür "Burus Vilis aslında ölüymüş" oyunlarına yaslanan kitaplarda okura ipuçlarını verme ve gerçeği açıklama dengesi kritiktir, bilirsiniz. Bu kitapta ne yazık ki okura neredeyse gerizekalı muamelesi yapılıyor, her şey ayan beyan ortada olmasına karşın karakterin olayı anlamamaya devam etmesi yıpratıcı oluyor. Morel'in Buluşu bence en çok bu nedenle mükemmellikten uzak.

Fakat yine de etkileyici bir kitap olduğu da kesin. Bunun iki sebebi var:

1) Tür: Kitap bir tür Robinson Crusoe hikayesi, öte yandan içinde en iticisinden romantizm de var, ve ta ta ta tam - bilim kurgunun da hası var. Kolay değil: Genç Werther'in Acıları stili ağlak bir aşk anlatısını Jules Verne'vari bir bilimkurguyla çakıştırarak buradan yeni bir felsefe üretmek.

2) Felsefe: Peki nedir bu üretilen "felsefe"? Bunu detayda yakalıyoruz. Öykü henüz ilk sayfada "Malthus'a övgü" adını almak üzere yazılmaya başlanan bir günlük. Bambaşka bir olayın anlatısına sonra sonra evriliyor. Yine de satır aralarında Malthus atıfları yapılmaya devam ediliyor. Malthus: İnsan nüfusunun besin miktarına göre çok daha hızlı arttığını hesaplayan ve buna çözüm aranması gerektiğini ileri süren adam. Bu Malthus referansı, insanları kaydedip gelgit enerjisi vasıtasıyla yeniden ve yeniden oynatarak ölümsüzleştiren Morel'in buluşuyla beraber düşünüldüğünde müthiş bir kapı açmıyor mu? "Evet, insanlık kendini tüketmeye doğru gidiyor," diyor kitap, "Fakat bunun acısıyla başa çıkacak tekniğe sahip olmaya doğru da hızla ilerliyor." Bu yönüyle müthiş derecede bilimperver bir öyküyle karşı karşıyayız.

Fakat... Aşık olunan kadın karakterimizin adının Faustine olmasına ne demeli? Faust'a gelen bu güncelleme de neyin nesi? Morel'in insanları onların rızasını almadan ölümsüzleştirdiğini ve kahramanımızın da makinelerin kontrolünü ele geçirdiğinde bu ölümsüz zamanı kendi arzusunca manipüle ettiğini hatırlayalım. Şunu anlıyoruz: Bugün Goethe'nin Faust'undaki gibi Şeytan'la rasyonel bir anlaşmanın zemini ortadan kalkmış durumdadır. "Ben sana ruhumu satayım, sen de bana karşılığında şunları şunları ver," pazarlığı bitmiştir. Şeytan artık bizim ruhumuzu "istimlak" etmekte ve karşılığında kendince bir karşılık vermektedir. Faust Faustine olmuştur, yani dişil, pasif, maşuk; Şeytan'sa Goethe'deki gibi tüccar değildir, aşıktır o, fakat tek taraflı, deli bir aşk. Bireyin ruhunu çürütme pahasına ona cenneti bu dünyada vaat eden 19. yüzyıl aydınlanması geçersiz bir naif düşüncedir artık; 1940 yılına geldiğimizde gücü elinde bulunduranlar kimse cennetin tanımını da onların yaptığı ve bize dayattığı anlaşılmıştır.

Dolayısıyla Aydınlanma'ya doğru ilerlerken ışıktan gözleri kör olmadan eleştirel de bakabiliyor Morel'in Buluşu. 1940 yılında yazılmış bir Black Mirror bu, fakat önerdiği şey "yeni"den nefret etmek değil, "yeni"nin tanımını değiştirmek.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder