23 Ekim 2018 Salı

Yeorgios Viziinos - Öyküler

Image result for kostas viziinos öykülerViziinos'un uzun öykülerinden oluşan bu seçkideki "Annemin Günahı"nı Ari Çokona'nın Çağdaş Yunan Edebiyatı Antolojisi'nde okumuş, çok da etkilenmemiştim. "Bilinmeyen bir günah var ve tüm bu yaşanan acılar bu günahın kefareti..." gerilimi üzerine kurulu öyküler ne yazık ki genelde fiyaskoyla sonuçlanır zaten. Yaşanan acılar ve bu acıların etrafında gelişen olaylar yalnızca bu günahın bedeli olan nicel parametrelere indirgenmiş olur ve öykü uzadıkça (en sonda ya da sona doğru açıklanacak olan) günahın mahiyeti ikinci plana düşmez, aksine daha da önem kazanır. Okur, onca acı çeken ve handiyse zorla empati kurdurulan karakterin günahının bir an önce açıklanmasını, yazarın adalet terazisini ortaya çıkarıp öbür taraftaki ağırlığı da koymasını ister. Çünkü okur böylece kendi omuzlarına yüklenen vicdani yükten kurtulur ve karakterine işlediği günah ile çektirdiği cefa arasındaki denge üzerinden yazarın ahlakını yargılayan bir konuma yükselir. Fakat nihayetinde acı tarifinin sınırı yoktur, hele ki bir edebiyatçı için, şekeri elinden alınmış çocuğu bile onlarca sayfa boyunca öyle anlatır ki insan şeker dışındaki bütün besinlere düşman olur. Öte yandan sıradan insanlar için günah stoku sınırlıdır ve yazarın bu kez tasvir değil "olay" yaratmaktaki becerisini göstermesi gerekir. Ne yazık ki Viziinos bu öyküde bu sınavı geçemez. (Küçük Şeylerin Tanrısı bu konuda nispeten daha iyidir.)

Fakat kitabı edinip üç öyküyü birlikte okuyup da Viziinos'un (eğer bir başkasının derdiyle üzerine eser üstüne eser üretecek kadar hemhal olmadıysa) diğer öykülerine de sızmış olan çocukluğundaki cinsel kimlik bunalımıyla karşılaşınca bu ilk öykünün de anlamı bir anda değişiveriyor ve anne ve kadınsı erkek çocuk arasında yaşanan "ters-Ödipal çatışma" denebilecek bir ilişkinin anlatısına dönüşüyor.

Viziinos 20. yüzyılı göremeden ölmüş bir yazar. Muhafazakar Türk ve Yunan toplumlarının içinden çıkıp böyle queer temalara cesaret etmiş olması hem şaşırtıcı, hem de bu cinsel baskı ortamlarından da tam bunu beklemek gerektiği için alabildiğine gerçekçi.

***

Özellikle ikinci öyküde bu kadar önemli yer tutan yeniçerilik müessesesinin üzerine Türk sanatında hemen hiç gidilmemiş olması çok ilginç değil mi? Aklıma izlediğim bir başka Yunan filmi "Siyah Çayır" geliyor hemen. Yeniçeriler ve cinsel kimlik, yeniçeriler ve din değiştirme... Bunlar çok verimli alanlar. Fakat düşününce hemen aklıma gelen tek bir yeniçeri hikayesi yok. Örneğin milyon tane Osmanlı hikayesi arasında bir tane de Genç Osman'ın ölümünü katillerinin arasındaki bir Yeniçerinin ağzından anlatan bir roman, film niye yok? Ya da bu kadar askeriye manyağı, darbeyle yatıp darbeyle kalkan bir ülkede Yeniçeri Ocağının topa tutularak yok edilme öyküsü neden ilgi uyandırmaz?

***

Ha bir de bu ikinci öykü dediğim "Hayatının Biricik Yolculuğu" filme de çekilmiş: https://www.imdb.com/title/tt0311539/

Çok çok merak ediyorum bu filmi. Barış Yarsel sağ olsun elindeki kopyayı benimle de paylaştı. En kısa zamanda izleyip görüşlerimi de buraya yazarım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder