4 Temmuz 2017 Salı

Post-Kemalist Dönemde Kemalizm Tartışmak: Albayım- Hasip Akgül

Hasip Akgül, Marksist bir yazar. Romanı Albayım’da ise sınıfsal bir meseleye değil, Ergenekon operasyonları arka planında solun Kemalizm’le ilişkisine eğilmiş.

Romanda "Albayım" olarak anılan karakterimiz Yurdanur Yılmaztürk adındaki, Mustafa Kemal takıntılı bir emekli albay. Şeklen bizzat Mustafa Kemal olma arzusu duyan ve bunu mümkün olduğunca da beceren biri. Bu kapsamda adına aile denen mikrokozmosta bir tür " Kemalizm düzeni" kurmuş. Başarılı bir Kemalist proje olarak bir oğlunu (Mustafa) beyaz Türk yapmış. Ancak aynı düzen, diğer oğlunu (Kemal) Kemalizm'den kopuş mücadelesi içinde aklını yitirme noktasına getirmiş, sürgüne bile göndermiş.

Yazar, bu aşırı derecede basit alegorik çerçeveden anlıyoruz ki yazarın temel derdi, “üvey babası” olan Kemalizmin yenilgi sürecinde Türkiye solunun Kemalizm'le ilişkisini gözden geçirmek. Yer yer Kemalizmin, yer yer anti-kemalizmin parodisini yaparak.

Romanın ilginç kısımlarından biri aşırı açıksözlülük. Edebi anlamda girişeceği tüm oyunları, yazıma dair kendiyle yaşadığı tartışmaları okurdan asla gizlemeden, çoklu yorum imkânlarına tenezzül etmeden hilesiz bir anlatımı tercih ediyor. Örneğin romanın dördüncü bölümü olan "Bateriye Veda Duası", dünyevi olanın uhrevileştirilmesiyle kafa bulmak için bir tür “Levent Kırca kör gözüne parmağımcılığı”ndan çekinmiyor. Yazar bu anlamda bir bakıma edebiyattan "kaçıyor".

Yazar tüm açıksözlülüğün ortaya koyduğu, okuruyla romanı (ve edebiyata dair görüşlerini) bizzat tartıştığı "roman roman içinde" temasını kullanımında da büyük sorunlar yaşıyor. Karakterlere rol dağıtımında savruluyor örneğin. Mustafa ya da onu yetiştiren Selçuk gibi karakterleri ele alalım, bu insanların romanda belirdikleri sahneler (müzikle uğraşan bir yazarın kitabına da yapılacak yorum değil ama) açıkça romanın ritmini bozuyor. Romanda ritmi bozan daha pek çok yere dikkat çekilebilir (kitaptaki merak unsurunun olay örgüsü içinde çok geç konumlandırılışı gibi) ancak şu noktada gerekmiyor. Yine teknik bir aksaklık olarak, roman gerçekliğini yaratmak için bel bağlanan "Karakterleri Yaşatma Cemiyeti Lokali" isminden başlayarak romandaki tüm konumuyla Murat Menteş - Alper Canıgüz romanlarından fırlamış çocuksu (kötü anlamıyla kullanıyorum) bir tat veriyor.


İçerik olarak baktığımızdaysa sanırım romanın açtığı en verimli tartışma Kemalizm'le olan baba-üvey oğul ilişkisindeki süreklilik/çatışma dinamiklerinin flu bir veçhesi olarak “akılcılık”. Yukarıda da bir örneğine değindiğimiz gibi, “akılcı” Kemalizm'in akıl dışı sapmalarını tiye alıyor roman. Fakat Kemalizm'e akıl (edebiyat) yoluyla müdahalesi ikircikli. Bir yandan yazarın kendisinin de akılcı olduğunu anlıyoruz, ama öte yandan metnin anlatıcısını bir tür akli rahatsızlığa sahip biri olarak oluşturduğunu görüyoruz. Yani anlatı, akıl hastası anlatıcının kendisini delirten akılcı babasını akıldışılıkla suçlaması gibi bir garabet üzerine kurulu. Ancak aklı sorunsallaştırmayacak, akıldışılıkla gırgır geçecek bir metin ortaya konacaksa, yazar niçin bunu doğrudan iyi ve akılcı bir edebi metinle yapmıyor? Çünkü sanıyorum ki yazarın niyeti, bir parodi olarak romanın okura “Kim akıllı kim deli?” sorgulamasını yaptırmak. Fakat iyi edebiyat, bu sorgulamanın “Gören bizi sanır deli / Usludan yeğdir delimiz” dizeleri ile ifadesiyken, Albayım romanı daha çok Kemal Sunal’ın “Deli Deli Küpeli” filmini andırıyor. Kuşkusuz söz konusu filmin de mesajı oldukça kuvvetli, fakat sanat kategorisinde ne kadar değerlendirilebileceğini tartışmak gerekiyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder