15 Ağustos 2017 Salı

Suat Derviş - Fosforlu Cevriye (Spoiler içerir)

Çok tanıdık melodramatik unsurlar barındırırken aynı zamanda türden çok tuhaf bir biçimde kopan bir roman Fosforlu Cevriye. Belki o günkü şartlarda yazılmasa yahut yazarı Suat Derviş olmasa, illegal çalışan civanmert bir devrimciyle tanışan düşkün bir kadının doğru yolu bulmasıyla son bulan "romantizmle sulandırılmış bir sosyalist hidayet romanı" olarak kalabilirmiş. Ancak romanın tefrika edildiği dönemin Derviş'in "Niçin Sovyetler Birliği'nin Dostuyum?" kitapçığını yazması nedeniyle de sıkıntılar yaşadığı 40'lı yıllar olmasıyla yazarın dehası birleşince; Suat Derviş'in uygulaması gereken otosansür bir tür oulipo etkisi yaratarak romanı büsbütün başka bir yola sokmuş.

Sanatta ve mizahta yasak biraz ters tepebiliyor malumunuz. Yine Fosforlu Cevriye'yle aynı dönemde Marko Paşa dergisi ve ardılları birbiri ardına kapatıldıkça nasıl "Merhum Paşa", "Malum Paşa" gelip bir öncekinin yerini aldıysa ve her yeni dergi hem kapatma yasağını fiilen delip hem de onunla bir de maytap geçmeyi başardıysa, hiçbir erkekle ikinci bir defa yatmayan bir kadını dürüstlüğü, iyiliği, kadirşinaslığı ile kendine aşık eden bir adamın "komünist" olduğunu söylemeyi yasaklamak da Suat Derviş'e engel olmak şöyle dursun onun elini kuvvetlendirmiş. 

Böylece, romandaki herkes gibi bir isimle ve/veya namıyla, lakabıyla, zanaatıyla anılabilecek olan "o", "o" olarak kalır. Ama komünist olduğu için insani bir şahsiyet edinemeyen "o", bu bahsedilemeyişiyle bir kutsiyet halesi edinir: öyle biridir ki "o", yeraltındaki tek "gerçekten iyi"dir. Tam da bu nedenle eroinden bir sene yatılan, katillere hafifletici sebepler bulunan hukuk düzeni içinde en suçlu odur, idam mahkumudur. Öldürülecek olan ("insanlığın günahlarının affı için kendini feda ettiği" de söylenebilir) "o", ama uğrunda ölünecek olan da yine "o"dur. Oralarda bir yerlerde gizli; keşfedilmeyi, tesadüf edilmeyi bekleyen bir maşuktur. "O"nun gözü yaşlı, çile çeken bir annesi vardır. babasından söz edilmez. 

"Cevriye, gün geçtikçe kalbinde [...] Allah'a ayırdığı yerin onun tarafından işgal edilmeye başladığını hissediyordu." (sf 155) 


Lafı çok uzatmaya gerek yok, "o", bir ahir zaman İsa'sıdır. Zaten hem Allah'a hem Panaya'ya dua edilen kozmopolit İstanbul; tam gazinoda şarkı söyleyeceği anda güzelim sesini kaybeden hafızların, veya bir ananın ahını aldığı için iki büklüm kalan güzeller güzeli Ermeni şarkıcıların hikayelerinin iç içe geçtiği "dinlerüstü bir mistisizm"in İstanbul'udur. Kitabın ona adını veren şarkıyla kurduğu ilişki de gizemli, tuhaftır. Romanda şarkı, Fosforlu'nun hikayesinin kehaneti gibidir. Özellikle romanın ikinci bölümünde kör udi "kız kolunda damga var"ı söylediğinde Fosforlu'nun bileklerini açarak damgalarını göstermesi, dini metinleri andırır. 

Kitabın sonunda fosforlu ölürken şarkının ikinci bölümünün eşzamanlı olarak söylenmesiyle şarkının kehanetsel niteliğini; ya da şimdi şu anda yaşanan hikayenin sanki daha önce de yaşanmış olduğunu, tuhaf bir hikayenin kendini tekrarlayıp durduğunu hissederiz. Öyleyse İsa ve Maria Magdalena'nın İstanbul'da yeniden zuhur etmesinde de pek bir gariplik olmamalıdır. Evet, Fosforlu da Magdalena'sıdır İsa'nın. Fosforlu Sümbül Dudu'nun deyişiyle namusludur, iffetlidir zaten, yalnızca ismetsizdir. Kazancakis'in Yeniden Çarmına Gerilen İsa'sında şöyle der Magdalena: "Bir erkeği unutabilmem, kendimi kurtarabilmem için, vücudumu bütün erkeklere teslim ettim!" (sf 113). Bahsettiği erkek İsa'dır tabii ki. Denebilir ki Fosforlu da, kendi İsa'sını bulana kadar "ismetsizlik" yapmaya mecbur kalmıştır. Romanda İsa'nın öyküsünü hatırlatan başka unsurlara da rastlanır. Havarilerin sayısı gözardı edilirse, son akşam yemeğinin yendiği bile söylenebilir. Cevriye adeta yerden bitmiş veya yıldızlardan düşmüştür, "o"nun ise ne başını biliriz ne sonunu. hem belki Cevriye'nin denize "karışmasından" sonra yeni bir yıldız, yeni bir Cevriye olarak dünyaya yeniden düşecek, yine kendi İsa'sını bulacaktır. sanki İsa ve Magdalena arasındaki aşk; cennetin yeryüzüne ineceği "o gün" gelene kadar sokak kadınlarının da idam mahkumu devrimcilerin de hiç bitmeyeceği kozmopolit şehirlerde tekrar tekrar yaşanacaktır. 

Romantizmle sulandırılmış bir sosyalist hidayet romanı olarak kalabilecek bir metin, Marksist ve kozmopolit bir tasavvufi aşk romanına işte böyle dönüşmüştür.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder