14 Ağustos 2017 Pazartesi

Thomas Korovinis - Fahişe Çika ve Kostas Tahçis - Artakalan

Üzerinde uzun uzadıya konuşulacak bir kitap değil bu. Ama mutlaka okunmalı.

Kurmaca değil, kuram değil. Bir insancığın teybe kaydedilmiş öz yaşam öyküsünün metin formunda sunumu. Onu özel kılan, Birinci Dünya Savaşı'nun hemen öncesinde  dünyaya gelen ve küçük yaşta İstanbul'a gelip kalan Giresunlu bir Rum kızının 80 yılı. 

Genelde bu tür azınlık anlatılarına işlevsel bakılır, sözlü tarih belgesi niteliği taşıması doğrultusunda değer atfedilir ya da edilmez. Mübadeleyi, varlık vergisini, 6-7 Eylül'ü nasıl anlatıyor vb... Sıradan insanların tanıklıkları elbette önemlidir. Filler tepişirken her çimen aynı kaderi yaşamaz ve her birinin özgül deneyimi idrakimizi zenginleştirir, kimi önkabullerimizi sorgulatır ya da haklı çıkarır vesaire. Fakat bu tarihsel momentlere verilen ağırlık nedeniyle, sanki o anlar olmasa bu insanların yaşamamış gibidir de öte yandan. "Kurban" olarak adeta fetişleştirilen aynı öznelerin gündelik pratikleri hatta "kahraman" oldukları vakalar silikleşir (sözgelimi Anadolu Rumlarının yaşadığı her trajedi solda adeta saat saat bilinir de Türkiye sol hareketinin oluşumundaki rolleri hakkında ancak meraklısı bilgi sahibidir, gibi).

Fahişe Çika'ya dönersek, o bir kahraman değil, o da kurban. Fakat neyin, kimin kurbanı? Biraz babasının, biraz devletin, biraz patriyarkanın, biraz kaderinin biraz da kendi iradi seçimlerinin. Kitabı "özel" kılan bir şey varsa o da bu kısmı: Gerçek bir anlatı, ve bu yüzden hem çok çeşitli ideolojik çıkarımlara müsait, hem de bunların her birini reel dünya deneyimiyle sınayıp yetersizliğini gösteren muhtevaya sahip.

Fahişe Çika 72 sayfa. 1 günlük bir okuma. Okumamanın bahanesi yok.

*****

Kostas Tahçis'in yarı-otobiyografik Artakalan'ı ise gerçekten de arta kalması gereken berbat bir kitap. Eşcinsel yazarın cinsel kimliğini keşif ve yaşayış sürecini, elbette farklı öykülerle de birlikte okuduğumuz bir kitap bu. Fakat öyle yavan, öyle mesafeli, öyle "hikayesiz" ki...

Bir de yukarıdaki özyaşam öyküsüyle kıyaslayın. Bir yanda hayatın sillesini yemiş, anlatı tekniği üzerine muhtemelen hiçbir eğitimi olmadığı gibi bunun için geçerli bir sebebi de olmayan, içini döken biri. Diğer taraftaysa kendine "yazar" diyen, bir öyküsünde bir başka öyküsündeki edebi müdahalesinden (çok da ustaca bir şeymiş gibi) utanmadan bahsedebilen bir yeteneksiz.

İnanın bana, bu kitabın tek bir sayfasında bile edebi hiçbir şey bulamayacaksınız. Kimse boşuna okumasın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder