22 Ağustos 2017 Salı

Reha Mağden - Yazgıların Tableti

Birçokları gibi, benim de Murat Uyurkulak'ın Bazuka'daki hatırlatması neticesinde haberim oldu böyle bir kitabın varlığından. Peki "İyi ki de olmuş," diyebiliyor muyum? Hayır. Olduğuna yanıyor muyum? Ona da hayır. Bu ikinci "hayır"; kalburüstü, sürükleyici bir polisiyeyle hoşça vakit geçirdiğim için mi? Ona da hayır. Ya ne öyleyse?

Bilmiyorum. Bu kitap hakkında söyleyebileceğim uzun boylu laflarım yok. Polisiye türünün özel bir takipçisi değilim. Ancak okumuşluğum var. Türün kendi içinde çeşitli dönüşümler geçirdiğini, önceleri (Agatha Christie, Sherlock Holmes gibi) okura ipuçları ve şaşırtmacalarla bir tahmin ve zeka oyunu vadederken yavaş yavaş konseptin sınırlarını araştırmaya başladığını, en basitinden "suç" kavramını sorgulatmak gibi ikirciklikler içerecek şekilde altmetinlerle yoğunlaştırıldığını .... vesaire, biliyorum. Bu kitabı da bu minvalde değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum. Çoğunluğu oldukça kısa öyküler zaten "Katil kim?" üzerinden ilerlemiyor. Daha çok "Neden?" sorusunun cevabını arıyor dedektif Murat Davman (ve mecburen okur). Cinayetlerin haklı olabileceğini ya da en azından haklı/haksız ayrımının zorlaştığı gri bölgelerde bulunabileceğini, cinayet sebeplerinin hayatın ne kadar da içinde olduğunu, hatta bazen cinayetlerin arka planının cinayetin bizzat kendisinden daha sıradışı olduğunu gösteren öyküler bunlar. Bu yönüyle güzel mi - güzel. Peki neden "Bu kitabı iyi ki de okumuşum," diyemiyorum?

Kitapta tek bir dedektif var: Murat Davman. Ve her öykünün katili ya da kurbanı: Yusuf. Hikayeler için "Hepsinin ortak yanı, bir'ilerinin, Yusuf'un kuyusu kadar derin iç dünyalarına nüfuz etme çabasından ibarettir,"diyor tanıtım yazısında. Peki böyle bir ortaklık var mı gerçekten? Yusuf'un kuyusu var mı, varsa boş mu, dolu mu? Bence bu soruların cevapları sırasıyla: "yok", "yok", "varsa boş". Bir sorun burada. 

İkinci sorun ise teknik. Öykülerin kısalığı her bir cinayeti sulandırmadan, arka plandaki duygusal ve anlamsal yoğunluğu hissettirmek için önemli bir unsur olmuş. Her cümlesi çok yoğun, söz israfından ustalıkla kaçınılmış öyküler bunlar. Fakat dezavantajı da yine burada saklı: Okurun ağzına okuduğunun polisiye olduğunu hatırlatmak için birkaç meraklandırıcı soruyla bir parmak bal çalınsa da bu soruların cevapları çoğunlukla hiç de tatmin edici olmuyor, okurun en çok cinayet(ler)in sebep(ler)inde tatmin olması, aradığı edebi hazzı burada bulması isteniyor. Sanki dedektifinden katiline, hatta yan karakterine varıncaya kadar herkes bir cinayet ihtimaline binaen konuşmalarını önceden hazırlamış, üstünden geçmiş, eşe dosta da okutup son halini vermiş gibi; doğallıktan payını almamış, alabildiğine irfan dolu hatta yer yer filozoflara taş çıkaracak mahiyette sözlerle konuşuyor.

Yine aynı nedenle durum, atmosfer, mekan, hatta dedektif dahil olmak üzere karakterler geliştirilmiyor, okuduğumuz onca öyküden sonra elimizde kahvesini konyak katarak içen, kafasını sarışın bir kadınla dağıtan stereotip ötesi bir dedektif kalıyor örneğin. Hiçbir karakterle empati kurulamıyor, hiçbir karaktere kızılamıyor. Oysa yazarın sanatlı bir konuşma yetisi olduğu yer yer kurduğu ustaca cümlelerden anlaşılıyor, tahayyül gücü kendini ördüğü cinayet ağlarında belli ediyor. Fakat tüm bunlar yüzünden, her biri ayrı ayrı romanlaşsa belki de tarihe geçecek metinler, öykü formunda adli kayıtların soğukluğunu alıyor.

NOT: Kitabın Edebi Şeyler yayınevinden çıkan birinci baskısını okudum. Onlarca imla hatasıyla dolu bu baskı da okuma kalitesini ciddi ölçüde düşürüyor. Konuyu kendilerine bildirdim ama sağ olsunlar hiçbir yanıt vermediler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder