5 Eylül 2017 Salı

Tanrı'nın Ölümü ve Kültür - Terry Eagleton

Dağınık başlasa ve güncel sorunlara temas edince eli yanarak apar topar bitse de çok faydalı, dolu, yoğun bir kitap Tanrı'nın Ölümü ve Kültür. Yoğun, çünkü mesele felsefenin kutsal metin tefsirlerinden kurtulup kendi yolunu çizebildiği çağda bilginin, hatta hayatın kaynağının nerede aranacağının çok daha ötesinde; Tanrı'yla birlikte onun meşruiyet sağladığı sınıfın alaşağı edildiği çağda bu yeni felsefenin yeni toplumsal düzenin çimentosu olma testinden de geçmesi gerekliliğinde düğümleniyor. 

Bu kapsamda felsefenin ürettiği yanıtlar ("çifte hakikat", yani Tanrı'nın öldüğünü biz filozoflar bilelim ama halka din gerek düşüncesi, ya da Hegelci tin gibi Tanrı'nın yerine yeni aşkınlıklar koyma çabası) arasında uzun mu uzun bir gezintiye çıkıyoruz kitapta. Aydınlanma düşüncesinin (Akıl'ın yerine Sanat'ı koyan Romantikler bir kenarda tutulduğunda bile) kendi içinde ne çok çelişkiler barındırdığını okumak, ayrıca ortalama bir entelektüelin referans listesinde yer alan Comte, Hume, Rousseau gibi isimlerin önemi Aydınlanma dönemi için ne denli büyükse de Herder, Fichte, Burke ve benzer düşünürlerin de çarpıcı felsefi müdahaleleriyle karşılaşmak, okurun kendi adına çoktan bitti sandığı Aydınlanma tartışmasına yeni boyutlar ekleyebiliyor ve
beynin yüzeyindeki tozlara üfleyiveriyor.

Kitabın tek ama en büyük sorunu ne yazık ki yazarın kendi arayışı. Sayfalar, sayfalar boyunca "gerçek ateist felsefeyi" arıyor Eagleton, bir Marksist olarak Marx'a bile burun kıvırıyor ve sürpriz, onu Nietzsche'de buluyor. "Gerçek ateist felsefe olmadan Tanrı'yı öldürmek mümkün değil" teziyle ilerleyen kitap, sona eriştiğinde "Günümüzün radikal dincilik probleminin Nietzscheci postmodernizme karşı reaksiyoner bir semptom olduğu" iddiasıyla son bularak kendi kendisinin arayışını haksız çıkartıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder