Ağ toplumunun merkezsiz yapısı edebiyata
sirayet etti mi? Edebiyat otoritesinin okur tarafından sarsıldığı bir “Tahrir
Meydanı”, “Gezi Parkı” var mı? Bence evet, var. Ama bu “evet” kendi içinde
çelişkilerle dolu bir “evet”. Yani evet: Okurların kendi arasındaki etkileşimi artık
çok daha yoğun, okurun kurulu yapılarla ilişkisi de bu nedenle daha değişken ve
kırılgan, “sıradan söz”ün yayılma potansiyeli ve hızı çok daha yüksek. Ve ama
yine evet: Sıradan okur ve kurulu yapılar arasında bu kaosun dinamiklerini
tespit ve manipüle etme güçleri bakımından dengesizlik halen – ilkinin kendini kontrol
ve regüle etme mekanizmaları kurma başarısızlığı nedeniyle – ikincisinin
lehine.
Sosyal medya 21. Yüzyılın “agora”sı;
hem vatandaşın sesini duyurduğu yer ama hem de pazar yeri. İfade alanı bu
derece daraltılmış olan okur bir kez müşteriye indirgenince, AVM mimarisinde
içeriye giren kişinin atacağı bütün adımların gıyabında önceden planlanması
gibi, o dükkandan bu dükkana savrulup durduğu bu zorunlu istikamette okurun reel
arzu ve ihtiyaçlarıyla bağı kopuyor. Sıradan okurun sesi parçası olduğu kitlenin
oldukça basitleştirilmiş sloganlarına katılmadığı müddetçe duyulmuyor. Sıradan
okur, meramını kişiselleştiremiyor. Evet, güncel edebi ortam gerçekten de ağ
toplumuna benziyor: Birçok sosyal medya platformunda “beğenmedim” tuşunun eksik
olması gibi, sıradan okurun “beğenmek” ve “sessiz kalmak” dışında üçüncü bir
seçeneği bulunmuyor. Beğeniyse bir ürünün satın alındığının ve “iyi çıktığının”
gerdek sabahında çarşaf gösterircesine en yoz, mide bulandırıcı, tek boyutlu
teşhirine indirgenmiş durumda. Değilse, sıradan okurun eleştirisi, pek az kişinin okuduğu bu dahil üç-beş blog dışında, nerede?
Öyleyse: okura "istediğini"
verebilmek için popüler beğeniyi ciddiye almak, aslında okurdan tamamen kopmuş,
“imal edilmiş” bir beğeniyi yeniden üretmek anlamına gelmez mi? Bütün bu
"çay içemedik senle – ne güzel çocuklardık biz – sevdiğim kadınlar hep
gittiler" bataklığının sebebi aşağıdan gelenin sorgusuz sualsiz
yüceltilmesi, sırtını popüler beğeniye yaslayan "halk bunu istiyor"
söylemi değil mi?
Öte yandan: yazıldığı toplumu göz
ardı eden, meçhul bir ideal okura hitaben tanımlanmış bir “iyi edebiyatın” okura
ulaşabilme, okura ulaşsa dahi okurun kir pas tutmuş beğeni filtresini aşabilme
imkanı var mı?
Ben bugünün toplumunda yazılması
gerekeni bu “istek” ve “ihtiyaç” arasındaki ilişkinin belirlemesi gerektiğini
düşünüyorum. Verimli üretimin ihtiyaç – yazarın estetik/politik kaygısı – ile
istek – okurun estetik/politik durumu – arasındaki örtüşme ve çelişkilerden
çıkabileceğini iddia ediyorum.
Burada acı ilacı yutturmak için şekerle
kaplamak, yani “halkı eğitmek” için doğru içeriği popüler biçime yedirerek “halkın
anlayacağı dilden” üretim yapmak önerilmiyor. Fakat yüksek eleştirinin Siren şarkısına
kapılarak okyanus sularında kaybolup gitmemek de elzem.
Bunun için üçüncü bir yol düşünüyorum:
Popüler beğeniyi verili kabul etmeyerek, sıradan insanın eleştirisini bulmak. “Meydan”da
toplanan kalabalığı sağır eden, basmakalıp sloganları yineleyip duran amfilerden
uzaklaşarak, okumanın bireysel bir deneyim olduğunun bilinciyle, anlamlı bir toplama
erişecek kadar çok tekilliği dinlemek.
Alman İdeolojisi'nde Marx "Sabah avlanan, öğlen balık tutan, akşam edebiyat eleştirisi yapan" sıradan insanın hayalini kurarken, profesyonel olmayan bir eleştirinin gerekliliğine de işaret ediyordu (diğer her iş gibi). Evet "iyi eleştiri" isteyenler
bu amatörlerin arasında belki aradıkları performansla karşılaşamayabilirler,
fakat dikkatli kulaklar bu çoksesliliğin içerisinde taze, herkese hitap eden
tekelci standardizasyonunun dışında kalan, özgün sesleri keşfedebilirler gibi
geliyor bana. Marx’ın meşhur işçi anketinin bir
benzeri (bu ankette okumaya dair hiçbir soru yok ne yazık ki) sıradan insanın
okuma pratikleri için yapılsa; somut örnekler üzerinden derinlikli yanıtlar alınsa
faydalı olmaz mı?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder