25 Haziran 2019 Salı

Sıradan Eleştirinin Gerekliliği Üzerine


Ağ toplumunun merkezsiz yapısı edebiyata sirayet etti mi? Edebiyat otoritesinin okur tarafından sarsıldığı bir “Tahrir Meydanı”, “Gezi Parkı” var mı? Bence evet, var. Ama bu “evet” kendi içinde çelişkilerle dolu bir “evet”. Yani evet: Okurların kendi arasındaki etkileşimi artık çok daha yoğun, okurun kurulu yapılarla ilişkisi de bu nedenle daha değişken ve kırılgan, “sıradan söz”ün yayılma potansiyeli ve hızı çok daha yüksek. Ve ama yine evet: Sıradan okur ve kurulu yapılar arasında bu kaosun dinamiklerini tespit ve manipüle etme güçleri bakımından dengesizlik halen – ilkinin kendini kontrol ve regüle etme mekanizmaları kurma başarısızlığı nedeniyle – ikincisinin lehine.

Sosyal medya 21. Yüzyılın “agora”sı; hem vatandaşın sesini duyurduğu yer ama hem de pazar yeri. İfade alanı bu derece daraltılmış olan okur bir kez müşteriye indirgenince, AVM mimarisinde içeriye giren kişinin atacağı bütün adımların gıyabında önceden planlanması gibi, o dükkandan bu dükkana savrulup durduğu bu zorunlu istikamette okurun reel arzu ve ihtiyaçlarıyla bağı kopuyor. Sıradan okurun sesi parçası olduğu kitlenin oldukça basitleştirilmiş sloganlarına katılmadığı müddetçe duyulmuyor. Sıradan okur, meramını kişiselleştiremiyor. Evet, güncel edebi ortam gerçekten de ağ toplumuna benziyor: Birçok sosyal medya platformunda “beğenmedim” tuşunun eksik olması gibi, sıradan okurun “beğenmek” ve “sessiz kalmak” dışında üçüncü bir seçeneği bulunmuyor. Beğeniyse bir ürünün satın alındığının ve “iyi çıktığının” gerdek sabahında çarşaf gösterircesine en yoz, mide bulandırıcı, tek boyutlu teşhirine indirgenmiş durumda. Değilse, sıradan okurun eleştirisi, pek az kişinin okuduğu bu dahil üç-beş blog dışında, nerede?

Öyleyse: okura "istediğini" verebilmek için popüler beğeniyi ciddiye almak, aslında okurdan tamamen kopmuş, “imal edilmiş” bir beğeniyi yeniden üretmek anlamına gelmez mi? Bütün bu "çay içemedik senle – ne güzel çocuklardık biz – sevdiğim kadınlar hep gittiler" bataklığının sebebi aşağıdan gelenin sorgusuz sualsiz yüceltilmesi, sırtını popüler beğeniye yaslayan "halk bunu istiyor" söylemi değil mi?

Öte yandan: yazıldığı toplumu göz ardı eden, meçhul bir ideal okura hitaben tanımlanmış bir “iyi edebiyatın” okura ulaşabilme, okura ulaşsa dahi okurun kir pas tutmuş beğeni filtresini aşabilme imkanı var mı?

Ben bugünün toplumunda yazılması gerekeni bu “istek” ve “ihtiyaç” arasındaki ilişkinin belirlemesi gerektiğini düşünüyorum. Verimli üretimin ihtiyaç – yazarın estetik/politik kaygısı – ile istek – okurun estetik/politik durumu – arasındaki örtüşme ve çelişkilerden çıkabileceğini iddia ediyorum.

Burada acı ilacı yutturmak için şekerle kaplamak, yani “halkı eğitmek” için doğru içeriği popüler biçime yedirerek “halkın anlayacağı dilden” üretim yapmak önerilmiyor. Fakat yüksek eleştirinin Siren şarkısına kapılarak okyanus sularında kaybolup gitmemek de elzem.

Bunun için üçüncü bir yol düşünüyorum: Popüler beğeniyi verili kabul etmeyerek, sıradan insanın eleştirisini bulmak. “Meydan”da toplanan kalabalığı sağır eden, basmakalıp sloganları yineleyip duran amfilerden uzaklaşarak, okumanın bireysel bir deneyim olduğunun bilinciyle, anlamlı bir toplama erişecek kadar çok tekilliği dinlemek.

Alman İdeolojisi'nde Marx "Sabah avlanan, öğlen balık tutan, akşam edebiyat eleştirisi yapan" sıradan insanın hayalini kurarken, profesyonel olmayan bir eleştirinin gerekliliğine de işaret ediyordu (diğer her iş gibi). Evet "iyi eleştiri" isteyenler bu amatörlerin arasında belki aradıkları performansla karşılaşamayabilirler, fakat dikkatli kulaklar bu çoksesliliğin içerisinde taze, herkese hitap eden tekelci standardizasyonunun dışında kalan, özgün sesleri keşfedebilirler gibi geliyor bana. Marx’ın meşhur işçi anketinin bir benzeri (bu ankette okumaya dair hiçbir soru yok ne yazık ki) sıradan insanın okuma pratikleri için yapılsa; somut örnekler üzerinden derinlikli yanıtlar alınsa faydalı olmaz mı?

Image result for kitap okurken uyuyakalmak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder