17 Aralık 2017 Pazar

Kabil - Jose Saramago

Kabil, Saramago'nun son romanıymış. Bir insandan artık son eserini yazıyor olduğunun farkında olmasını, hele hele bu farkındalığı bir bilince dönüştürerek son noktayı bir başyapıtla koymasını beklemek biraz haksızlık. Kimse "Bu eserden sonra zaten ölürüm" psikolojisiyle yaşamak istemeyeceği gibi, büyük zihinlerin bir "Ömrüm vefa ederse şunu da yapmak isterim" projesi de hep vardır muhakkak. Yine de insan o sahneden çekiliş anında avuçları patlayıncaya kadar alkışlamak istiyor. Bu da büyük ölçüde saygıdan tabii, o büyük isimleri "Onun zaten bitmişti," diye anmamak için. Ama bir de aydınların dümdüz bir çizgiye benzeyen bir bilgelik yolunda yürüdüğünü düşünüyor insan ister istemez, dün anlam dünyamızı onca zenginleştiren biri zihinsel olarak gerilemediğine göre bugün neler yapmaz, vs... Fakat öyle olmuyor, belki yaşlılığın yorgunluğu ince işçiliği baltalıyor, belki de tam da o beklediğimiz bilinç ters bir etki yapıyor ve son eserler bir yetiştirme telaşının içinden yeterince işlenmemiş olarak çıkıveriyor.

Kabil bende bu etkiyi yarattı. Bir edebiyat devinin son romanında Eski Ahit'i bir odyssey'e çevirmesi, hele ki Habil/Kabil hikayesi üzerinden, tüyleri diken diken eden bir fikir. Hakkını teslim etmem lazım, fikrin forma yansıması muazzam. Hikayeler oldukça pürüzsüz. "Fırsat bulmuşken konu üzerine düşüncelerimi boca edeyim" cazibesine kapılmadan kutsal kitapların kıssa formundan şaşmayan bir metin. Tabii ki sonuçta adam Saramago, ilk kitabını yazan heyecanlı bir gençten söz etmiyoruz ki düşmediği tuzakla övmenin bir mantığı olsun.
İçerik olarak varoluşçu bir kitap demek kolaycılık mı olur bilmiyorum ama diyeceğim. Camus'nün Yabancı'sındaki Mersault'nun işlediğine çok benzer bir saçma cinayetin faili Kabil'in "anlam"a saldırısı bana bunu dedirtiyor. Buradan yine forma dönersek, yaratılanın yaratana onun metninde savaş açması Camus'nün açtığı yolu bir adım ileri de götürmüş oluyor (Camus bu savaşı yargı ve rahip önünde yapıyordu). Odyssey izleği kullanılarak varoluşun bütün saçmalıklarının şimdiki zamanda üst üste bindirilmişliği, yani bugünün bireyinin geçmişin ve geleceğin günahlarının, saçmalıklarının, genel olarak tarihselliğinin sorumluluğu içerisinde sıkışmışlığının resmedilmesi de çok etkileyici.

Fakat... İki paragraflık övgünün forma odaklanması rastlantı değil. Saramago'nun ironisi, nasıl desem, yeniyetme ateistin dinle alay etme heyecanını biraz fazla andırıyor. Hele ki Kabil sahneye çıkana kadarki Adem ve Havva bölümleri şoke edici ölçüde zayıf. En kötüsü de "babayı öldürmek" dürtüsüyle hareket eden Kabil bu (varoluşsal) sancıyı hiç yansıtmıyor, başından sonuna kadar kararlı, tüm davranışları tutarlı. İnsan, hele ki kitap öyle ya da böyle bir "yol hikayesi" iken, ana karakterin yol boyunca açmazlara düşerek, acılar çekerek, dersler çıkararak vb. olgunlaşmasını bekliyor. Yine Yabancı'ya döneceğim: Evet, Mersault da ilk sayfadan sonuna kadar aynı insandı ama o bir insan değil kendine edebiyatta temsil bulmuş, "vücuda gelmiş bir düşünce"ydi. Zaten biraz da bu nedenle felsefi olarak güçlü fakat edebi olarak vasat bir kitaptır Yabancı

Bu yüzden o "son" kitaptan beklediğim gibi bir başyapıt değil Kabil. Sanıyorum Saramago da bu "son" kitabı sana bana değil de Tanrı'ya yazdı, sırf bak o "son" geldi ve sana yenilmedim, nanik, diyerek dil çıkarmak için.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder