3 Eylül 2018 Pazartesi

Kızıla Boyalı Saçlar - Kostas Mourselas

İslamcı/muhafazakar personelin ağırlıklı olduğu bir iş yerinde çalışıyorum. Allah bir daha böylesini nasip etmesin, bir dönem öyle bir tanesiyle aynı odayı paylaşmak zorunda kaldım ki medrese eğitimi almış kadar oldum. Zira bu arkadaş alakalı alakasız her fırsatta Sahih-i Buhari'den bir hadis nakletmeyi başarıyordu. 

"Yahu endüstri 4.0 falan diyorlar, ne olacak bu işin sonu?"
"Eeee, peygamber efendimizin de bir hadis-i şerifte dediği gibi, ahir zamanda fitneler bir bir ortaya dökülecek ve..."

Belki kendi aralarındaki dost sohbetlerinde geçer akçe budur, bilmiyorum. Çünkü bu arkadaşa insanları İslam'a davet etmenin doğru yolunun böyle mütemadiyen alıntı yapmak olmadığını, aksine bunun insanı dinden imandan soğuttuğunu anlatamadık. Ya da huylu huyundan vazgeçemedi, bilmiyorum.

Ne ki bunun gösterdiği önemli bir hususu atlamamak gerekiyor: İnananlara göre bizzat Allah'ın sözü olan Kuran, belki bir şeri anayasa işlevi görüyor ama hayatın içinde aktüel olarak bulunan insan kendi gibi birinin kılavuzluğu olmadan eyleyemiyor. Böyle birinin varlığı, ilahi mesajın muğlaklığıyla baş edilemeyen durumlarda "O ne yaptıysa aynısını yapmak" gibi bir garanti sağlıyor. Hatta o bile yetmiyor ki şeyhlere, menkıbelere ihtiyaç duyuluyor. "Koskoca Bilmemkim Hazretleri bile şöyle yapmışken..." diye feyizler alınıyor. Hristiyanlıkta İncil zaten İsa'nın yapıp ettiklerini anlattığından o başlı başına bir kılavuzdur. Filmlerde çokça duyduğumuz gibi, "What would Jesus do?"

Doğum tarihi gün ve ay olarak belli olmayan roman türüne büyüklerin "Sen modern bireyler olduğunda doğdun," diye tarih verdiği ve dolayısıyla modern bireyin sorunlarıyla başa çıkmasında  romanın üst düzey rol üstlendiği zaten biliniyor. Şükürler olsun sanata ki güncel sorunlara güncel yanıtlar üretebiliyor, "endüstri 4.0" dediğinde "ahir zaman fitneleri" dışında söyleyecek sözün oluyor.

Her ciddi okurun böyle bir veya daha fazla kitabı vardır. Malum, "başucu kitabı" diye bir tabirimiz mevcut. Benimki uzun bir süredir Zorba. Tıpkı yukarıda andığım tebliğci arkadaş gibi fırsat buldukça Zorba'ya göndermeler yapmaktan beri durmam, ve baktığım her yerde onu görmemden olsa gerek, başka sanat eserlerini sık sık ona benzetirim. Sözgelimi, Mucizeler Dükkanı hakkındaki yazımda da bu "İncil'deki İsa gibi meseller vasıtasıyla yol göstermek" mevzuuna değinmiştim, çünkü gerçekten Pedro Arkanjo'da da bir "melez Zorba" görmüştüm.

Fakat Kızıla Boyalı Saçlar'da tespit ettiğim benzerlik öyle Organize İşler'deki Sean Connery benzetmesi gibi değil. Kızıla Boyalı Saçlar'daki Luis, Kazancakis'in Zorba'sıyla o kadar büyük benzerlikler içeriyor ki...

İkisi için de "kadın" dedin mi akan sular duruyor söz gelimi. İkisinin hayatında da müzik ayrılmaz bir parça: Zorba santur çalıyor, Luis gitar. Üstelik ikisi de devingen, yerinde duramayan, o işten başka işe girip çıkan, paraya pula kıymet vermeyen, özgürlüğüne fazlasıyla düşkün tipler. Bu yüzden ikisinin davranışları da modern akla pek uymuyor. Deli bu adamlar.

Image result for Kızıla Boyalı Saçlar - Kostas MourselasFakat burada bitmiyor, anlatım tekniği açısından da bir benzerlik var. Zorba'nın da, Luis'in de hikayeleri bir arkadaşlarının gözünden anlatılıyor. Bu tercih yapılırken bu tür karakterlerin maceralarının birincil ağızdan aktarımının okurda uyandıracağı olumsuz reaksiyon mu hesaba katılmıştır? Belki de. "Bakın ben ne kadar da özgür, hayatın keyfini nasıl da çıkaran biriyim," diye konuşan birini uzun süre dinlemeye kimse katlanamaz. İyi ama, sebep sadece bu olsa tanrı yazar perspektifinden de bir anlatı geliştirilebilirdi. Oysa bu da olmuyor. Kurmaca etkisini kırmak için olsa gerek, olaylar mutlaka olayın içinden bildiriliyor. Anlatıcının karakterine baktığımızdaysa bu açıklama da yeterli gelmiyor. Zira olay herhangi birinin, dikizci bir komşunun, meraklı bir çocuğun, eşin vesaire gözünden değil; hikayesi anlatılan "üstün insana" çok yakın, fakat onun gibi olamayan, olması beklenmeyen bir arkadaşın ağzından aktarılıyor. 

Tam olarak İncil stili değil mi? Peygamberi anlatan, yapabileceği en hayırlı iş peygamberin hayatını kayda geçirmek olan havari. Cüretkar Hristiyanlık yorumuyla modern zamanın İsa'sını arayan Kazancakis için bu anlaşılır bir teknik. Peki ya Sherlock Holmes'ü anlatan Watson, Gülün Adı'ndaki Adso? Galiba "ahir zaman peygamberi" figürlerini anlatma biçimi olarak İsa-havari ilişkisi çok faydalı bir model olmuş Batı edebiyatında. 

Ama burada önemli bir yol ayrımına varıyoruz. 

Sherlock Holmes ve Gülün Adı örnekleri tesadüf değil. Değil mi ki akıl çağında yaşıyoruz, çağın peygamberleri de eleştirel aklın zirvesindeki insanlar olacaktır kuşkusuz. Gülün Adı'ndaki Brunellus meselini kim unutabilir? Akıl öyle bir şeydir ki, yalnızca birkaç parametre kullanarak yaptığınız çıkarımlarla hayatınızda ilk defa gördüğünüz bir insanın az önce kaybolan Brunellus adındaki bir atı aradığını anlayabilir, üstelik atın yerini de biliyor olabilirsiniz. 

Bu akıl küpleri, tamamen teknik bir mesele olan akıl yürütme işini beceremediği için bocalayan modern bireylere düşünmeyi öğretirler. Aynı zamanda "Sen de Sherlock abin gibi akıllı ol da ODTÜ'leri, Boğaziçileri kazan" diye örnek gösterilmeye aday, Steve Jobs gibi, Elon Musk gibi, hayat hikayeleriyle ilham veren birer rol modeldirler.

Öte yandan Zorba ve Kızıla Boyalı Saçların'ın Luis'i ise daha Zerdüştvari peygamberler olarak bunların karşısına çıkarlar. Aklı değil, içsel coşkuyu merkeze alırlar. Dolayısıyla, moderniteyi "aklın nihayet cehalete baskın çıktığı" bir kurtuluş dönemi olarak görmezler. Bu nedenle zamanın ruhuna uygun "modern peygamberler" değil, kudurgan kavimlere kendi kendilerini helak etmek üzere oldukları uyarısını yapan (ve bu yüzden deli muamelesi gören) eski tip peygamberlerdendir onlar.

Buna delil olarak, Kızıla Boyalı Saçlar'da sadece adıyla bile her şeyi ayan beyan ortaya döken bir bölümü gösterebilirim: "Son Akşam Yemeği." Bu bölümde gerçekten de İsa'nın son akşam yemeği yeniden canlandırılır. Doğal olarak bir de Yahuda'sı vardır bu yemeğin: Lazaris. Kitabımızın İsa'sı olan Luis hakkında, bir yerlerde şöyle der Lazaris: "Hepimiz bazen Luis'in deliliklerine özendik ama mantık ve medeniyet bizi durdurdu" (italikler bana ait).

"Zorbacı" olduğumu, yani bu ikinci safta yer aldığımı söylemiştim. Fakat Kızıla Boyalı Saçlar'ı okurken düşündüm: Neden aynı saftaki bu iki peygamberle de Yunan edebiyatında karşılaştık?

Sanırım öncelikle "Küçük Asya Felaketi" (Kurtuluş Savaşı) yüzünden. Modern Yunan ulusunun "ortak aklının" ürünü olan Megali Idea'nın bozgunla sonuçlanması, Birinci Dünya Savaşı sonrası akla karşı Avrupa'da alıp başını yürüyen şüpheciliğin birkaç katı bir etki yapmış olsa gerek. Zira bu bozgun yalnızca hiç "hesapta" olmayan acılar getirmekle kalmadı, birkaç milyon Doğuluyu da mübadele ile Yunanistan'ın bağrına getirip bıraktı. Moderniteden habersiz bu kitlenin savaş sonrası Yunan mentalitesinin biçimlenmesinde oynadığı etkin rol (en basitinden rebetiko vasıtasıyla) sanırım Yunanlarda modern akıl harici bir kurtarıcı arayışını diri tuttu.

Bir diğer unsurun da (özellikle Kızıla Boyalı Saçlar'daki karakterler de göz önüne alındığında) Yunanistan Komünist Partisi'nin (KKE) sefaleti olduğunu anlamak güç değil. Gerici Ortodoksiye ve burjuvaziye karşı işçi sınıfının aklı olan KKE özellikle iç savaşta öyle büyük bir hayal kırıklığına dönüşüyor ki, Marksizm-Leninizmin şahsında aklın kurtarıcılığına olan inancın tabutuna son çivi çakılıyor. Aşağıda, geçtiğimiz günlerde twitter'da rastladığım listeyi görüyorsunuz. KKE'nin 1956'ya kadarki bütün genel sekreterleri partiden kovulmuş.



Şu ana dek bu kitaplardaki peygamberliği çok övdük. Fakat unutmamak gerekir ki -bilinen- bütün peygamberler erkektir. Cinsiyetleri ele alışları açısından Zorba'nın kötü, Kızıla Boyalı Saçlar'ınsa fecaat olduğunu belirtmek gerek.

Erkek yazarların elinden çıkan distopyalarda (Biz, 1984, Brazil vb.) alışıldık bir motif vardır: Kendi işinde gücünde, sıradan bir tip olan (erkek) baş karakterimizi devrimci bir kadın yoldan çıkarır ve olaylar gelişir. Problemlidir bu: Kadın aslında bir karakter değil, özgürlüğün ve devrimin ayartıcılığının metaforuna dönüşmüştür. İyi bir metafor olsa da, sonuçta yalnızca bir metafordur.

Ne var ki Zorba ve Kızıla Boyalı Saçlar bu soruna rahmet okutacak cinsten bir eril bakış içerir. Bu kitaplarda kahramanlar kadınlarla handiyse oyuncak gibi oynar. Kazancakis'te de verili erillik ve dişillik tanımlarının hiç sorunsallaştırılmadan birer metafor olarak kullanıldığını zaten biliyoruz: Erkek fallik güçtür, yaşam enerjisidir, kadın ise karar verici. Erkek tohumları saçar, kadın topraktır. 

Kızıla Boyalı Saçlar'da ise kadınlar daha da berbat bir durumda ele alınıyor, üstelik metafor vesaire de değil. Kadın sorunu alenen görünmüyor. Henüz ilk bölümün adı "Armağan", çünkü yabancı bir kadın adeta bir nesne gibi armağan ediliyor. "Al bunu, götür, kullan." Armağan edense peygamberimiz Luis! Yine bir başka örnekte, Luis anlatıcıyı bir geneleve götürür. Meğer Luis ona bir sürpriz yapmıştır: Anlatıcının vaktiyle arzuladığı komşu kızı geneleve düşmüştür. Anlatıcı kızla odaya girer, kız üzgündür, gözünden yaşlar süzülmektedir. Anlatıcı ise empati emaresi bile göstermez. Kadından faydalanır ve çekip gider. Sanki bu ve buna benzer şeyler alelade vakalarmış gibi, romanın sonlarına doğru anlatıcı bu hayatı neden tek bir kötülük bile yapmadan geçirdiğine hayıflanacak, Luis de ona bu yüzden kızıp duracaktır: "Azıcık kötülük yapsana!"

Erkek hikayelerinin destansı zenginliğine şaşmamalı. Dünya harikası dediğimiz anıtlar bütün o şaşaalarını nasıl binlerce kölenin canına borçluysa, birbirinden muhteşem saraylar nasıl köylülerin sırtındaki ağır vergilerle yapıldıysa, erkek peygamberlerin unutulmaz hatıratı da kadınların üzerinde öyle yükseliyor. 

Akıl almaz işlerin ortaya çıkması için aklın kabul etmediği acımasızlıklar gerekiyor. Ya da tam tersi: Akıl almaz işlerin arkasında aklın kabul etmediği acımasızlıklar yatıyor. Aklın egemenliğine bayrak açan Peygamberlerin erkek olması sebepsiz değil.

Feminist bir Zerdüşt hikayesi bilen var mı?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder