24 Temmuz 2019 Çarşamba

"Kahvaltısı Keyifli Arabesk": 80 Sonrası Estetik Anlayışın Bir Örneği Olarak Murat Özyaşar'ın Sarı Kahkaha'sı

Image result for murat özyaşar sarı kahkaha
Murat Özyaşar'ın Ayna Çarpması'nı okumuştum, Sarı Kahkaha'yı da taze bitirdim. İlk kitabı okurken beş duyumla birden algılayıp dilimin ucuna kadar gelmesine rağmen adını tam olarak koyamadığım o hissi Özyaşar'ın kendisi henüz ilk öyküde dile getirmiş Sarı Kahkaha'da: Arabesk.

Özyaşar'ın öykülerinin handiyse tamamı "Dünya var, hayat yok" söylemi üzerine kurulu. Bu ilk öyküde ("Kepenk") arabeskle zemin paylaşımı o raddeye ulaşmış ki Müslüm Gürses şarkısına şerh düşecek kadar gelişkin bir özgüven söz konusu. Arabesk elbette kırdan kente, özellikle de İstanbul'a göçenlerin yarattığı bir kültürdür, ama Diyarbakır'da hissedilen "zorla İstanbullaştırılmışlık" içerisinde de tezahür edebilir. Neticede Nazife Güngör'ün tanımıyla "Kapitalizm öncesi geleneksel üretim biçiminde zihinsel karşılığı olan sanat biçimi ile, çarpık da olsa kapitalistçe bir üretim biçiminin getirdiği toplumsal ilişkilerin zihinsel üretimi olan sanat biçimi karşı karşıya gelmiş ve birbirine karışmış durumdadır" ve bunun sonucu olarak "köyle kent arasında, doğuyla batı arasında gidip gelen, ama hiçbirisinin de özelliklerini tam olarak taşımayan" arabesk doğmuştur. 

Özyaşar metinleri de tam da bu işte: Walter Benjamin alıntısıyla annenin tesbih sesi arasında estetik bir tercihe yönelememek. İkisinin bileşiminden, ne çıkacağına bakmaksızın, eklektik bir estetiğe yönelmek. Biraz protest, fazlasıyla sitemkar, çokça kaderci. Örnek mi?

Allah'a kurşun sıkanlar mı ararsınız Özyaşar'ın öykülerinde ("Yan"), jiletçiler mi ("Altıotuzbeş", "İsmin Halleri"), ya da tıraş bıçağını gırtlağına dayayanlar mı ("Yasak Bölge"), dünyaya geldiği için azap duyanlar mı ("Yan") ya da yanlış zamanda dünyaya gelenler mi ("Altıotuzbeş"), sevip de hor görülenler mi ("Felç"), "çakıllı yolun taşlarında parçalanmış kırmızı gül" imgeleri mi ("Felç"), yüreğinin ateşini mezarlıklarda dindirenler mi ("Yasak Bölge") Küçük Emrah'tan miras "genelevde anneye rastlama korkusu"na mı ("Felç")... Kısacası arabeske dair ne varsa Özyaşar'ın öykülerinde var. Adnan Şenses'ten mülhem olsa gerek, "saç beyazlatan hikayeler" onlar ("Felç"). 

Image result for youtube gülü
Youtube'da Murat Özyaşar öyküsü seslendirmeyi
düşünenler için görsel önerisi
Tek fazlası, elbette, metinlere damgasını vuran savaş faktörü ve buna eşlik eden politik bilinç emareleri. Fakat "emareleri" diyorum çünkü savaş sanki hep varmış ("bin yıllık sloganlar"), savaş bu coğrafyanın kötü kaderiymiş gibi bir değişmezlik hakim aynı zamanda metinlerin çoğuna. Ayna Çarpması'ndaki temel öğe olan "topallık" bu kitapta da var, hatta bir öyküde biraz abartılıp felce evriltilmiş. Yapamamanın, edememenin, hayat uzaklarda demenin ("Kepenk") ama gitmek isteyip gidememenin ("Kriz"), kısacası estetize edilmiş çaresizliğin, arabeskin öyküleri Özyaşar'ınkiler.

Hiç yoktan ortaya çıkmış bir tavır değil Özyaşar'ınki. Mutlaka Özyaşar'ın da çok sevdiği (zira Özyaşar'ın selam göndermediği yerli edebiyat duayeni yok - nedense Kürt yazarlar hariç) Oğuz Atay'ın Beyaz Mantolu Adam adlı öyküsü şöyle başlar:

Kalabalık bir topluluk içindeydi. Başarısızdı. Parası yoktu. Dileniyordu. Caminin önündeydi. Büyük bir camiydi bu. Minareleri, kubbeleri, kemerleri ve parmaklıklı pencereleri filân hepsi tamamdı. Özellikle avlusu: dilenenler için en önemli yer. Bir kenarda duruyordu. Hiçbir hüner göstermediği için ya da acındırıcı bir garipliği olmadığı için ya da kendisini çevreden ayırıp başarısızlığına üzülecek kadar düşünemediği için dilenirken de başarısızdı. 

Bu tutunamama ve görkemli kaybediş güzellemeleri Özyaşar'ın da dahil olduğu jenerasyona özgü bir sanat anlayışının alameti farikası. Arabeski yaratan faktörlerin bir üst sosyo-ekonomik statüdeki tezahürü olarak (Leyla ile Mecnun dizisinde Ferdi Tayfur'a iade-i itibarda bulunulmasında gördüğümüz gibi) arabeskle diyalog halinde olduğunu bilen ve ondan sıklıkla beslenen, fakat içinde doğduğu toplumsal katmanın yaşam standartlarındaki göreli rahatlığı yansıtacak şekilde daha yumuşak ve rafine bir hırpalayıcılığı olan, aynı zamanda ulaşılabilmiş entelektüel imkanlar sayesinde çok daha iyi ifade edilen bir başka arabesk bu. 

Ben buna "kahvaltısı keyifli arabesk" diyorum. Daha iyi kavram önerisi olan varsa dinlemeye hazırım.
*****

Başka bir konuya geçelim, ve bu konu üzerinden arabesk meselesine de bir örnek çıkararak bitirelim:

Özyaşar'ın edebiyatında canımı sıkan bir başka husus da şu bitmek bilmeyen "içki içen kötü baba", "mazlum dindar anne" motifleri. Ve özellikle de tavernada tabak kırar gibi hunharca patlatılan baba aforizmaları. Edebiyat buna daha ne kadar katlanacak bilmiyorum. Atacak barutu kalmayan rock gruplarının Ajda Pekkan şarkısı cover'laması gibi, yazar tıkanıklığını aşmak için "baba romantizmi"ne geri dönen daha kaç öykü/roman/film üretilecek bu memlekette? Hasan Ali Toptaş - Kuşlar Yasına Gider, NBC - Ahlat Ağacı, Kemal Varol - Aşıklar Bayramı ve Murat Özyaşar: BÜTÜN ÖYKÜLERİ.
 
Otoriter toplumlarda babayı sevmek ve eş zamanlı olarak ondan nefret etmek yaygın bir duygu, bunun yeri geldiğinde öykülere yansıması da elbette doğal. Ancak Fatih Kısaparmak'ın "Bu Adam Benim Babam" parçasında halihazırda varolan babaya SGK'dan maaş bağlayıp bir üst toplumsal tabakaya transfer etmek, buradan da bir üst model "baba aforizması" üretimi çıkarmak kaliteli edebiyat değil.

Bakınız aşağıdaki "baba aforizmaları"nın hepsini bu blog yazısı için şu anda ben uyduruyorum:

  1. Bir çeşme suyuydun sen baba: Hasta olacağımı bile bile, kana kana içtiğim.
  2. Neden hep tırnaklarımı yiyordum biliyor musun baba? Çünkü arkasında büyük ikramiye olan kazı kazandı bana yüzün.
  3. Babamdı o, her gece çağırdığım ama hep yanlış adres verdiğim ambulans.
  4. Baba: Hep doğruyu gösteren bozuk saat.
Daha da yüzlerce yazabilirim. İsteyenler bana twitter'dan ya da mutlu.rifa@yandex.com adresinden istedikleri anahtar kelimeyi göndersinler, en geç 1 gün içerisinde o anahtar kelimeyi kullanarak bir aforizma yazıp gönderebilirim. Denemesi bedava. 

İş değil bu çünkü.

İş, gürül gürül akan "baba" nehrinin kenarına tesis kurup hazır suyu şişeleyip satmakta değil. "Su çıkmaz" denilen yerlere kuyular açmak için kan ter içinde didinmekte. 

Bir kez açıldı mı o kuyulardan su çıkarmak zaten okurun işi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder