23 Temmuz 2019 Salı

H. G. Wells - Doktor Moreau'nun Adası

Image result for H. G. Wells - Doktor Moreau'nun AdasıŞunu biliyoruz: Bütün okunması gerekenler asla okunamıyor, bütün izlenmesi gerekenler asla izlenemeyecek. 

Yalnız bir sorun daha var, biraz daha kompleks. İnsan sanatın gelişimini tersten izliyor çoğu zaman. Temellerine hakim olmadığı bir akademik disiplinde okuma yaparken referans verilen çalışmaya dönüp orada da geri dönülecek başka bir atıfla karşılaşmak ve nihayetinde disiplinin temellerine doğru geri geri gitmek gibi. Sanatta da, söz gelimi romanda, "Don Kişot'la başlayayım da roman sanatının gelişim serüvenini 21. Yüzyıla kadar takip edeyim" deme şansınız yok. Mutlaka atlamalar yapmak zorunda kalırsınız ve bir gün bir referans sizi atlanmış bir metne geri gönderir.

Morel'in Buluşu'nu Doktor Moreau'nun Adası'ndan önce okumak da benim talihsizliğim oldu. Bir "yeniden yorum"u okuyordum ancak yorumlanan metni bilmiyordum. Wells'in Zaman Makinası ve Dünyalar Savaşı etrafında kopan yaygara yüzünden adını bile duymadığım, aslında çok önemli bir referans kitapmış Doktor Moreau'nun Adası. "Recency effect"in sonucu olarak insanın bu kitabı Morel'in Buluşu'yla kıyaslayası geliyor tabii öncelikle, ister istemez. Biri "Aşırılıklar Çağı"nın eşiğinde, diğeri neredeyse ortasında, bir dünya savaşı bitmiş, ikincisi henüz başlamışken yazılmış, birbiriyle konuşan iki roman bilimin ışığında insan olmaya dair ne söyler?

Sözgelimi, Doktor Moreau'nun Adası'nda kahramanımız adada yapılan deneyler hakkında fikir yürütürken dehşetle titrer: "Mümkün olabilir mi, diye geçirdim aklımdan, insanlar üstünde diri diri deney yapılıyor olması mümkün olabilir mi?" Oysa Adolfo Bioy Casares Morel'in Buluşu'nu yazdığında modern Alman devleti, üstelik gizli saklı bir adada değil, Avrupa'nın göbeğinde çoktan sistematik insan deneyleri yapmaya başlamıştı. Casares bunu henüz duymuştu ya da duymamıştı, bilmiyorum, ama şunu biliyorum: Casares'in kırk sene gerisinden bakan Wells, ipini koparmış modernizmin alabileceği boyutu Casares'e göre çok daha berrak görüyordu. Oysa Casares, çağdaşları dünyayı yakıp yıkarken, halen Wells'in açtığı metafizik tartışmayı genişletmenin derdindeydi. Sanat, en çok da bu aslında: Bir felsefeci gibi felsefe yapabilmek, ve bunu vaktinde yapabilmek. (Arada geçen kırk senede Casares'in hiçbir katkısı olmamış mı peki? Kusurlu da olsa, evet olmuş: 1900'lerle beraber esen Freud Kasırgası Casares'in memleketi Latin Amerika'ya da ulaşmış ve kitabında henüz bir "özne" olmasa da en azından uyandırdığı arzular vasıtasıyla olayların akışında bir "faktör" olabilen kadın karakter düşünebilmiş. Wells'in adasıysa libido yokmuş gibi kurgulanan bir erkek dünyasıdır.)

Fakat ortada Morel'in Buluşu gibi apaçık bir uyarlaması bulunsa da Doktor Moreau'nun Adası'nı okurken kafamı kurcalayan başka bir ada kitabı meşgul edip durdu: Sineklerin Tanrısı. İşte edebiyatın en güzel yanı! Bir kitabın okumasının bizzat ona binaen yazılmış bir başkasıyla değil; konusu, kurgusu, karakterleri bambaşka bir kitapla zenginleşmesi.

Malumunuz Sineklerin Tanrısı "doğa durumu"nu göstermenin derdindedir: Leviathan'ın yokluğunda insan insanın kurduna dönüşür. Bütün bir roman, pür demokrasinin adım adım yenilgisi karşısında faşizmin "doğal" yükselişi üzerine kuruludur. Tartışmasının pek derin olduğu söylenemez, yalnızca kullandığı argümanlar çok güçlüdür.

Doktor Moreau'nun Adası'nda ise tartışma daha derinden yürür:

Doğadaki evrimi çoktan keşfeden bilim, Doktor Moreau'nun adadaki çalışmaları neticesinde evrimin yönetimini bile Doğa'nın elinden alacak güce erişmiştir. Tanrı'nın "beyin ölümü" çoktan gerçekleşmiştir ama Tanrı'nın tüm "biyolojik fonksiyonlarının" durduğu hakiki ölümüne, yani "insan" denen nesnenin imal edilebilir hale geldiğine, Doktor Moreau'nun adasında şahit oluruz. Aydınlanma, insanın her şeyi, kendini bile yeniden üretebilir olmasından başka nedir ki?

Bu noktada Doktor Moreau insanın evrimsel gelişimine ilişkin müthiş Aydınlanma tartışması açar: Topluma konan yasalar biyolojik saptırmalar (arzunun ve içgüdünün kanalize edilmesi) olduğuna göre, ve evrim yararlı olanın kalıp yararsızın ortadan kalkması ise, yasalar koyarak da evrime dolaylı yoldan müdahale etmiş olmuyor muyuz? Öyleyse neden bu müdahale doğrudan, fizyolojik olarak gerçekleşmesin?

Wells muhtemelen öjenik tartışmasını yakından takip ediyor ve bu tartışmanın insanlığı götüreceği yeri düşündükçe dehşete düşüyordu - ki konuştuğumuz gibi, insanlık gerçekten de oraya kadar gitti. Fakat bu güçlü argümanların karşısında da duramayacak gibiydi. Kitapta da, Wells'in düşüncelerini dile getirdiğini varsayabileceğimiz Anlatıcı, Moreau'ya hiçbir zaman tam anlamıyla ikna olmasa da bu doğrultuda ciddi bir bocalama yaşar. Ve bu bocalamanın içinden bilimin Tanrı/Doğa'nın yaratım sırlarına asla tam anlamıyla vakıf olamayacağı inancı/iddiası ile çıkabilir ancak. Varoluşun derinlerinde bilimin müdahale edemediği (edemeyeceği?) öyle bir yer vardır ki bu müdahaleleri geçici kılar. Varlığın içindeki doğal güç, yasaların yalancı boyunduruğunu silkeleyip atar. Fakat bu doğa durumu, Leviathan/Sineklerin Tanrısı'ndaki gibi yıkıcı değil, Rousseau-varidir: Uygarlık tarafından dengesi bozulmamış vahşettir medeni olan.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder