18 Temmuz 2019 Perşembe

"Ustam Öldü, Ben Topalım": Murat Özyaşar - Ayna Çarpması


Image result for murat özyaÅŸar ayna çarpmasıOrmangillerin en başarılı temsilcisi Murat Özyaşar'ın birkaç öyküsünü okumuştum ama hiçbir kitabını baştan sona ele almamıştım. Bir dostum sağ olsun bana Özyaşar'ın ilk iki kitabını hediye etti, ben de inceleyeyim dedim. Ayna Çarpması'yla başladım. Takribi 80 sayfalık dosyayı bitirmem iki günümü aldı. Çünkü sıkıldım açıkçası. Üç dört tanesi dışında hikayesi olan bir öykü yok, bu hikayesizliği dengeleyici edebi unsurlar öyküleri - bence - kurtarmıyor. Söz gelimi "Kış Bilgisi" öyküsü sanki yalnızca "Yol mu benem..." ile başlayan ve epey akılda kalan o cümle yer alsın diye yazılmış gibi; bir şairin eskiz defteri gibi kapalı ve dağınık; okur metne parçalı bir şekilde bağlanıyor. Kitap genel olarak kötü değil, ama iyi de değil. Bir kitapçının yerli edebiyat rafından rastgele seçeceğiniz bir ilk kitaptan ne bekliyorsanız onu veriyor işte. Yerin dibine sokulmayı kesinlikle hak etmiyor tabii ama muadillerine kıyasla (örneğin Ormangillerin diğer üyeleri) niye bu kadar abartılıyor, anlayabilmiş değilim. Demek ki muadilleri çok kötü. Okumadım, bilmiyorum. Ama ben şahsen ikinci Özyaşar kitabına geçmeden önce araya bir bilimkurgu kitabı sokmak zorunda kaldım ki okuma motivasyonum yerine gelsin.

Tabii Özyaşar'ın başarabildiği bir husus var: "Bülbül gibi ötmeye zorlanan kanarya" metaforuyla gözümüze biraz fazlasıyla sokulduğu üzere anadili Kürtçe olan bir çocuğun Türkçe sınavı bu kitap. Bir "minör edebiyat" meselesi olarak hiç de fena işlenmemiş bir anlatma/anlatamama gerilimi var: Susmak zorunda kalınan, çünkü söylenen her sözün düşman olarak dönebildiği bir dünya kurmayı başarmış Özyaşar kimi öykülerinde. Konuşmayan, çünkü konuşursa itirafçı olacak olan Selim gibi, abisinin yerini söylemeye zorlanan çocuk gibi karakterler var mesela. Ya da bazı öykülerin detaylarında yer alan "öksürük" motifini ele alalım, kişinin kendi bedenine ait olmayan "irritan"ları dışarı atma eylemi, Türkçe bir öyküdeki Kürt karakterlerin bir niteliği olarak çok iyi bir fikir. Kitaba adını veren ilk öykü de - adının taşıdığı iddiadaki kadar çarpmasa da - bu anlamda fena değil mesela. Kimlik yarılmasının yaşandığı çocukluk yıllarını hatırlamak istemeyen ama buna mecbur kalan bir adamın hissettiği tehdit, kendini (babanın kastrasyon tehdidini hatırlatan) berbere emanet etme hikayesinde can bulmuş. Böylece yazdığı her satırda çocukluğuna zorla döndürülen, kendi iğdiş edilme süreciyle tekrar tekrar yüzleşmek zorunda bırakılan birinin öyküsüyle açılması hiç fena olmamış kitabın.

Fakat fazlasıyla reaktif, anlatıcının hemen her öyküde vurgulanan topallığı üzerinden "Sakat bırakıldık" demekten öteye gitmeyen bir kitap bu.  Bu topallığa sürekli bir kudretsizlik vurgusu eşlik ediyor: Diyecektim diyemedim'ler, içinden bile edilemeyen küfürler, kapatılmışlıklar, "bir cigarayı bile öldürememek"...  Sartre "Yeryüzünün Lanetlileri"ne yazdığı önsözde "isyancının silahı insanlığının kanıtıdır" diyordu. Murat Özyaşar'ın topal karakterlerinin silah yerine tuttuğu koltuk değnekleri neyi kanıtlıyor o halde? Zulmü kanıtlıyor tabii, iki saattir bunu anlatıyoruz. Fakat ortada bir zulüm öyküsü varsa, diğerleri susar. Murat Özyaşar'ın zulüm öykülerinin yanına "cep telefonu rehberinden kız seçme" öyküsü de iliştirilmiş olunca koltuk değnekleri inandırıcılığını yitiriyor sanki biraz. Bir Tefal reklamı vardı hani, "Yapamam ellerim yok ki" diye işten kaytaran bir kızın olduğu. Tıpkı o reklamdaki gibi, bu topallık da bir bahane gibi görünmeye başlıyor göze bir yerden sonra. "Sakatlanmış olan benden eylem beklemeyin. Ben yazarım." Muhtemelen buna binaen "bazı sözleri söylemek, yapmaktan zordur" diyor zaten Çift Kağıt öyküsündeki anlatıcı da.

Belli ki Özyaşar, Türk dilinde üreten bir Kürt yazar olarak bu kimlik yarılmasını edebiyatının merkezine alarak, bu topallığını edebiyatın içinde en görkemli biçimde gösterek edebi ve siyasi arzusunu kesiştirmeyi hedefliyor. "Gece Silgisi" öyküsünde dağa çıktığı için adı usta öykücülerin arasında anılmayan o "Kahraman" çocuk olmak istiyor Özyaşar. Bu olası bir hedef, güzel de. Ama istemekle yapmak aynı şey değil. Özyaşar "Bir gece ansızın 82. Kerkük, 82. Musul..." diye sayarcasına sürekli ama sürekli (ama ne sürekli! SÜREKLİ!) Türk edebiyatının ustalarına referans veriyor kitapta. Turgut Uyar, Oğuz Atay, Yusuf Atılgan, Sait Faik... Her öyküsünde en az bir ustaya gerekli mi gereksiz mi olduğuna bakmaksızın gönderme yapıyor. Boğuluyorsun okur olarak. Sanki Özyaşar yazı masasına bu ustaların kitaplarını dizmiş, İstanbul tabelasının önünde "Seni yeneceğim İstanbul!" diye haykırır gibi sürekli bu isimlere meydan okuyor. Fazla arabesk, fazla yorucu bir çaba bu. Yap, göster. İyi okur sana zaten hakkını verecektir. Sürekli ustaların adını anarak, "Bakın ben bu geleneğin devamcısıyım" diyerek o geleneğin sonuna eklenilebilse her Edebiyat fakültesi mezunu şimdi usta yazardı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder