Fakat kitabı edinip üç öyküyü birlikte okuyup da Viziinos'un (eğer bir başkasının derdiyle üzerine eser üstüne eser üretecek kadar hemhal olmadıysa) diğer öykülerine de sızmış olan çocukluğundaki cinsel kimlik bunalımıyla karşılaşınca bu ilk öykünün de anlamı bir anda değişiveriyor ve anne ve kadınsı erkek çocuk arasında yaşanan "ters-Ödipal çatışma" denebilecek bir ilişkinin anlatısına dönüşüyor.
Viziinos 20. yüzyılı göremeden ölmüş bir yazar. Muhafazakar Türk ve Yunan toplumlarının içinden çıkıp böyle queer temalara cesaret etmiş olması hem şaşırtıcı, hem de bu cinsel baskı ortamlarından da tam bunu beklemek gerektiği için alabildiğine gerçekçi.
***
Özellikle ikinci öyküde bu kadar önemli yer tutan yeniçerilik müessesesinin üzerine Türk sanatında hemen hiç gidilmemiş olması çok ilginç değil mi? Aklıma izlediğim bir başka Yunan filmi "Siyah Çayır" geliyor hemen. Yeniçeriler ve cinsel kimlik, yeniçeriler ve din değiştirme... Bunlar çok verimli alanlar. Fakat düşününce hemen aklıma gelen tek bir yeniçeri hikayesi yok. Örneğin milyon tane Osmanlı hikayesi arasında bir tane de Genç Osman'ın ölümünü katillerinin arasındaki bir Yeniçerinin ağzından anlatan bir roman, film niye yok? Ya da bu kadar askeriye manyağı, darbeyle yatıp darbeyle kalkan bir ülkede Yeniçeri Ocağının topa tutularak yok edilme öyküsü neden ilgi uyandırmaz?
***
Ha bir de bu ikinci öykü dediğim "Hayatının Biricik Yolculuğu" filme de çekilmiş: https://www.imdb.com/title/tt0311539/
Çok çok merak ediyorum bu filmi. Barış Yarsel sağ olsun elindeki kopyayı benimle de paylaştı. En kısa zamanda izleyip görüşlerimi de buraya yazarım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder