Sait Faik sevdalısı kesinlikle değilim. Yunanlara karşı hissettiğim saplantı derecesinde tutkunun beni Sait Faik'in "Ah be balıkçı Yorgo Baba..." dünyasına zerre yakınlaştırmadığını, aksine ittiğini bile söyleyebilirim. Sait Faik'in bir kısım çok enteresan, (tamamen şahsi izlenimlerime dayalı olarak) güneyli Gotik tarzına benzettiğim öykülerinin Türkiye'de eşi benzeri yok. Ama kalemi kuvvetli diye, diline, üslubuna güvenerek giriştiği sorusuz ve cevapsız öykülerinin çokluğu beni yoruyor açıkçası.

Sait Faik'in bu ilk dönem eserlerinde "o yoğunluk" yok. Bunun yerine enteresan bir kafa karışıklığı var. Önündeki edebi yollardan hangi birini seçeceğini bilemeyip hepsine şöyle bir adım atmış da, birinin çamurundan öbürünün dikeninden haz etmeyip her seferinde geri dönmüş gibi.
İyi ki de dönebilmiş. Çünkü öykülerin bazısı, hele ki yurtdışı anıları, hele ki o yurtdışı anılarının içindeki İhtiyar Talebe adlı rezalet öykü "Hay Sait'ine bir, Faik'ine iki..." diye saydırıyor insana. Ve görülüyor ki yeteneğine dair özfarkındalığı baskın çıkmış ve sonu düzlüğe çıkan yolu sezebilmiş. Sarnıç'ta yer alan Kalorifer ve Bahar adındaki muhteşem kenar mahalle öyküsü özellikle dikkat çekici. Merkez-çevre temsilini olduğu ve olması gerektiği gibi (zengin merkeze karşı yoksul ve çoğulcu çevre) çerçeve içine alan bir öykü bu. Fakat onu özel kılan esas yanı tekniği. Akışındaki tasvir ve olay arasındaki geçişler sayesinde bu yedi-sekiz sayfalık öykü bir roman etkisi bırakıyor, sanki iki yüz sayfalık bir romanın özünü barındıran birkaç sihirli sayfayı seçip okumuş gibi doyuruyor okuru. Adeta ikinci kitap olgunluğunda.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder