Hasip Akgül, Marksist bir yazar. Romanı Albayım’da ise
sınıfsal bir meseleye değil, Ergenekon operasyonları arka planında solun Kemalizm’le
ilişkisine eğilmiş.
Romanda "Albayım" olarak anılan karakterimiz Yurdanur
Yılmaztürk adındaki, Mustafa Kemal takıntılı bir emekli albay. Şeklen bizzat Mustafa
Kemal olma arzusu duyan ve bunu mümkün olduğunca da beceren biri. Bu kapsamda adına
aile denen mikrokozmosta bir tür " Kemalizm düzeni" kurmuş. Başarılı
bir Kemalist proje olarak bir oğlunu (Mustafa) beyaz Türk yapmış. Ancak aynı
düzen, diğer oğlunu (Kemal) Kemalizm'den kopuş mücadelesi içinde aklını yitirme
noktasına getirmiş, sürgüne bile göndermiş.
Yazar, bu aşırı derecede basit alegorik çerçeveden anlıyoruz
ki yazarın temel derdi, “üvey babası” olan Kemalizmin yenilgi sürecinde Türkiye
solunun Kemalizm'le ilişkisini gözden geçirmek. Yer yer Kemalizmin, yer yer
anti-kemalizmin parodisini yaparak.
Romanın ilginç kısımlarından biri aşırı açıksözlülük.
Edebi anlamda girişeceği tüm oyunları, yazıma dair kendiyle yaşadığı tartışmaları
okurdan asla gizlemeden, çoklu yorum imkânlarına tenezzül etmeden hilesiz bir
anlatımı tercih ediyor. Örneğin romanın dördüncü bölümü olan "Bateriye
Veda Duası", dünyevi olanın uhrevileştirilmesiyle kafa bulmak için bir tür
“Levent Kırca kör gözüne parmağımcılığı”ndan çekinmiyor. Yazar bu anlamda bir
bakıma edebiyattan "kaçıyor".
Yazar tüm açıksözlülüğün ortaya koyduğu, okuruyla romanı
(ve edebiyata dair görüşlerini) bizzat tartıştığı "roman roman
içinde" temasını kullanımında da büyük sorunlar yaşıyor. Karakterlere rol
dağıtımında savruluyor örneğin. Mustafa ya da onu yetiştiren Selçuk gibi
karakterleri ele alalım, bu insanların romanda belirdikleri sahneler (müzikle
uğraşan bir yazarın kitabına da yapılacak yorum değil ama) açıkça romanın
ritmini bozuyor. Romanda ritmi bozan daha pek çok yere dikkat çekilebilir (kitaptaki
merak unsurunun olay örgüsü içinde çok geç konumlandırılışı gibi) ancak şu
noktada gerekmiyor. Yine teknik bir aksaklık olarak, roman gerçekliğini
yaratmak için bel bağlanan "Karakterleri Yaşatma Cemiyeti Lokali"
isminden başlayarak romandaki tüm konumuyla Murat Menteş - Alper Canıgüz
romanlarından fırlamış çocuksu (kötü anlamıyla kullanıyorum) bir tat veriyor.
İçerik olarak baktığımızdaysa sanırım romanın açtığı en verimli
tartışma Kemalizm'le olan baba-üvey oğul ilişkisindeki süreklilik/çatışma
dinamiklerinin flu bir veçhesi olarak “akılcılık”. Yukarıda da bir örneğine
değindiğimiz gibi, “akılcı” Kemalizm'in akıl dışı sapmalarını tiye alıyor roman.
Fakat Kemalizm'e akıl (edebiyat) yoluyla müdahalesi ikircikli. Bir yandan yazarın
kendisinin de akılcı olduğunu anlıyoruz, ama öte yandan metnin anlatıcısını bir
tür akli rahatsızlığa sahip biri olarak oluşturduğunu görüyoruz. Yani anlatı, akıl hastası anlatıcının kendisini delirten akılcı
babasını akıldışılıkla suçlaması gibi bir garabet üzerine kurulu. Ancak
aklı sorunsallaştırmayacak, akıldışılıkla gırgır geçecek bir metin ortaya
konacaksa, yazar niçin bunu doğrudan iyi ve akılcı bir edebi metinle yapmıyor?
Çünkü sanıyorum ki yazarın niyeti, bir parodi olarak romanın okura “Kim akıllı
kim deli?” sorgulamasını yaptırmak. Fakat iyi edebiyat, bu sorgulamanın “Gören
bizi sanır deli / Usludan yeğdir delimiz” dizeleri ile ifadesiyken, Albayım romanı
daha çok Kemal Sunal’ın “Deli Deli Küpeli” filmini andırıyor. Kuşkusuz söz
konusu filmin de mesajı oldukça kuvvetli, fakat sanat kategorisinde ne kadar
değerlendirilebileceğini tartışmak gerekiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder